Akar
Üstümde; boydan, tül ile kumaş arasında gidip gelen yapısıyla, yakada, kol ve etek boyunca sınırlarda altın nakışlı süslemelerle zenginleştirilmiş güzel bir kıyafet duruyordu. Emin olmamakla birlikte rengi de hafif bordoya kaçıyordu sanki. Kenardan örülü saçların bittiği yerde de aynı şekilde altın işlemeli takı mevcuttu. Bünyem iyice bu modele alışıyordu şaka felan.
Durduğum otağıdan sıkılmış dışarıya çıkmaya karar vermiştim. Zaten adımımı dışarıya atıp biraz ilerlememle normalde hep kapıda bekleyen iki muhafızın da ardım sıra yürümesi bir olmuştu. Arkamdan gelen iki yarma gibi adama bakış attım.
"Siz nereye?"Elleri kınındaki kılıçlarda hazır duran muhafızlardan biri konuştu. "Sizin olduğunuz yere Akar Katun."
Vay be.. Koruma mı bunlar şimdi? Ağzımdan ufak bir kahkaha kaçarken elimle cevap veren muhafızın omzuna vurmuştum. "İyi öyle olsun. Hade bakalım madem ısrar edersiniz. Gelesiniz benle yiğitler! "
Yüzüme kondurduğum alaycı bir gülüşle beni takip etmelerine izin verdim. Oba içinde yaklaşık dört yüz metre ilerleyip çıkışa varmıştım. Lakin adımımı atamadan arkamdaki muhafız beni durdurmuştu.
"Akar Katun obadan dışarıya gitmeyesiniz. Yasaqtır.""Bana da mı yasak?"
Saygıyla başlarını eğerken "maalesef öyle" der gibi kafalarını aşağı yukarı salladılar.
Tamam çıkmasam da olur. Buralar da yeterince geniş diye geçirdim içimden. Etrafıma ne yapabileceğim konusunda hızlı bir tarama yaparken gözüme bir meyve ağacı ilişti. Şimdi bu devrin havası suyu güzel de, katıksız doğal meyvesi güzel olmaz mı?
Heyecanla ağaca doğru yöneldim ve üstteki meyvelere bir bakış attım. Elmaydı bu. Ne de severim. Lakin biraz yüksekti çıkmak lazım imdi. Ee ne demişler "Emeksiz yemek olmaz." hakkını vermek gerek.
Elimi attığım bir dala çıkmak için uzanacakken arkamdan bir ses yine beni durdurdu.
"Akar Katun edemezsiniz. Yasaqtır."Bu sefer bıkkınlıkla bir iç çekerken önümde eğilen muhafızlara diktim bakışlarımı.
"Senin de ağzından çıkan tek şey yasaktır mübarek!" isyan edercesine önümde kollarımı bağladım.
Ardından çattığım kaşlarımı gevşetip bir umut yavru köpek bakışlarıyla muhafızlara baktım.
"En azından oba dışına çıksaydık. Fazla uzaklaşmayız yeminle..."Fakat işe yaramamıştı. Öyle ki aldığım cevap yine "yasak" olmuştu.
"İyi!" dedim sesimi hırsla yükseltirken. "Herşey yasak! Bıktım yeminle! Ye, iç, yat, ye, iç, yat yeter. Bıktım!" son cümlelerimi Hürrem'i taklit eder gibi söylediğimde kendi kendime gülüp kendimden sinirimi almıştım resmen.Ardından ilginç bir şekilde obada oluşan hareketliliğe baktım. İçimde bir merak nüksederken öğrenmek için yoldan geçen bir ayaqaç'ı (hizmetçi) durdurdum.
"Neler oluyor? Nedir bu kargaşa?"Durdurduğum ayaqaç önce saygıyla önümde eğilmiş ardından lafa girmişti. "Hülagü Han'ın Bağdat'ta bıraktığı dört bin nöker Emeviler tarafından hekin'leri (kafa) kesilerek katledilmiş derler. Han ve devlet içindekiler pek bir sinirlidir Akar Katun." Bir süre etrafında koşuşturan oba halkına ardından da bana baktı. "Doğru mudur bilmem ama Han'ımızın topraklarını, kendileri gibi kullanıp, Emevi birlikleri her gece vadide dolanır dururmuş."
"Buna nasıl cesaret ederler!?" dedim sesimdeki şaşkınlığı gizleyemezken. Nasıl olur da Han'ın askerlerini öldürebilirlerdi? Aslında onlar asker bile değildi tam olarak , mühendis ve inşaat işçileri desek daha uygun kaçardı. Han'ın da meziyetli insanlara hayranlığını herkes biliyor. Bu yüzden yapılan bu katliama kesinliklikle bir karşılık verecektir. Buna şüphe yok...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}
Ciencia Ficción(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken ölü konumuna düşmek? İşte bu sessiz sedasız intihar etmektir. Çok iyi hatırlarım babam başkalarına...