Üzerindeki bordo gömleği ve siyah pantolonuyla bile oldukça ateşli görünüyordu Bang Christopher Chan. Gömleğinin yakasının son iki düğmesini açık bırakmış ve muhteşem köprücük kemiklerini ortaya çıkartmıştı. Taktığı ince zincir kolye teniyle birlikte parlıyordu.Pantolonunu destekleyen siyah, deri kemeri ince belini sıkıca sarmıştı. Gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmış, kaslı kollarını ve bileğine taktığı renkli boncuklu bilekliği ortaya çıkartmıştı.
Uzun bir zamandan sonra saçını tekrar eski rengine, kahverengiye çevirmişti. Sarı ve kıvırcık saçlarını çok fazla kullandığını düşünüyordu. Saçlarını boyatırken biraz kısalttırmış ve düzleştirmişti. Her nasıl olursa olsun yine güzel yüzüne yakışıyordu.
Bugün teni biraz daha bronz gözüküyordu. Bu ona ayrı bir ateşli hava katmıştı. Gözlerine hafif, kahverengi tonlarında makyaj yapmıştı. Dudağına sürdüğü lipbalmı parlıyordu. Sol kulağına küçük gümüş bir küpe takmıştı.
Telefonunu da çantasına atıp evden çıktı Chan. Birinci katta oturmanın verdiği kolaylıkla merdivenlerden indi ve binadan çıktı. Siteden de çıktıktan sonra her zamanki gibi metrobüse binmek için ilerledi.
•
Metrobüse binmeden önce maskesini ve kulaklıklarını taktı. Hiçbir gözün üstünde olmasını istemiyordu. Chan normalde etrafına çok takılmazdı fakat son yıllarda birçok insanın onun dedikodusunu ettiğini fark etmişti. Metrobüste ya da otobüste sadece öylece otururken bile yanındaki teyzeler ve genç kızlar ona bakıp fısıldaşıyordu. Bu Chan'i rahatsız etmişti. Bu yüzden kalabalıklara girmeden önce hep maskesini takıyordu. Olabilecek diğer herhangi söylentileri de duymamak için müzik açıyordu.
Geçirdiği kısa yolculuğun ardından metrobüsten indi ve okulunun kampüsüne giden otobüse bindi. Yaklaşık on dakikalık yolculuğunda ardından derse gireceği binaya ulaştı.
Öğretmenlik okuyordu Chan. Kore edebiyatı öğretmeni olacaktı. Herkes ingilizcesi mükemmel olduğu için ingilizce ile ilgili bir bölüm beklerken o kore edebiyatını seçmişti. Eğer bu sene okulu bitirebilirse öğretmen olacaktı bir lisede. Gerçekten heyecanlıydı. Çok çalışıyordu.
Amfi'ye girdiğinde bütün kızların bakışları ona dönmüştü bazıları "Oha yine çok ateşli" derken bazıları "Daebak saçlarını boyatmış." , üzüntüyle "O sarı ve kıvırcık saçlarına en azından bir kez dokunmak istiyordum." diyordu.
Chan bu fısıltıların yapıldığını görmüş ama ne dendiğini işitmemişti. Sırasına geçip oturmuş ve dersin başlamasını beklemişti.
•
İki dersin ardından bir şeyler atıştırmak için kampüsün kafeteryasına gitti Chan. Yemeğini aldığı sırada yanında beliren Jisung'a gülümsedi.
"Merhaba hyung."
"Merhaba Sung, Nasılsın?"
"İyiyim hyung. Sen?"
"Ben de iyiyim."
Jisung'un kahvesini almasını bekledi Chan. Ardından birlikte bir masaya geçtiler. Jisung güzel sanatlar okuyordu. Chan'ın en yakın arkadaşlarından birisiydi. İki yıl önce tanışmışlardı.
"Hyung."
"Efendim Sung?"
"Bugün bir galeriye gideceğim. Geçen hafta Minho hyung doğum günü hediyesi olarak iki bilet almıştı. Dün, bana bugüne bir işi çıktığını ve gelemeyeceğini söyledi. İkinci bileti de bana verdi ve istediğim birisiyle gidebileceğimi söyledi. Benimle birlikte gelir misin? Oldukça eski zamanlardan kalma tablolar, çömlekler, eşyalar olacakmış. Ayrıca satışta yapıyorlarmış. Böyle şeylere sende meraklısın ve satın almayı seviyorsun. Senin de hoşuna gideceğini düşündüm. Ne dersin?"diye sordu Jisung.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Legend Of The Queen | Bang Chan
FanfictionBir efsane var zamana yayılmış, Bir kader var gerçekleşecek olan. Hem melek hem de şeytan olanlar var, Sadece masum olanlarla birlikte. Efsanenin parçası olan da var, Kaderin parçası olan da. Bir de ikisini birbirine bağlayan bir kraliçe... • Tüm ha...