*9.BÖLÜM.* ÖLÜM.

1.1K 70 33
                                    

YAZDIĞIMIZ EN UZUN BÖLÜM DİYEBİLİRİZ, KEYİFLİ OKUMALAR!

Kaybetmek korkusu, insanın hayatı boyunca yaşayacağı en kötü hislerden sadece biridir. Hayatın boyunca kaybedebilirsin. Birini kaybetmek, bir şeyi kaybetmek, duygularını ve hislerini kaybetmek, aklını kaybetmek, mantığını kaybetmek, ruhunu kaybetmek... Peki ya, bunların hepsini bir günde kaybederseniz? Biz İzem'i kaybettiğimiz gün her şeyi yitirdik. Ellerimizin arasından kayıp giderken, hiçbir şey yapamadık. Peki suçlu kimdi? Suçlu ben miyim? Yoksa bunları öğrenmemizi sağlayan tarih hocası mı? Ya da İzem'i bu hale getiren iğrenç yaratık, coğrafyacı mı suçlu? Veya ortada herhangi bir suç var mı? Suç kavramı neydi? Bana göre bu suçlu, sana göre şu, ona göre herkes suçlu? Bana göre çok acıktığı için bakkaldan ekmek çalan çocuk suçlu değildir. Ama o bakkalın sahibine göre o çocuk suçludur? Peki bu olayda ki suç kimdeydi? Bu suç bir kişiye ait değildi. Eğer ortada bir suç varsa o da; merak. Belkide merak değil. Sadece üstümde ki suçluluk psikolojisini atmaya çalışıyorum. Belki saçmalıyorum, ama kafayı yemek üzere olduğum kesin.

Eski müdür odasında oturuyorduk hepimiz. Deri koltuğa oturmuş, dizlerimi kendime çekmiştim. Ellerimi bacaklarıma sarıp, kafamı dizime koymuştum. Herkes suskundu. Odanın sessizliğini dinliyordum. Rüzgarın sertçe esişini... Hırçın bir şekilde esiyordu, o da kızmıştı İzem'in gidişine. Gökyüzü göz yaşlarını paylaşıyordu bizimle. Cama çarpan su damlaları, göz yaşlarıydı onun. Yeryüzünde ki iğrençlikleri temizliyordu gözyaşlarıyla. Biz kirli insanlar için ağlıyordu. Halimize ağlıyordu.

Birkaç saat konuşmadan durmuştuk. Kimse konuşmamıştı. Tek bir kişi bile... Aslında herkes sessizliğini konuşturuyordu. Sessiz çığlıklarımız yankılanıyordu odada ama tek bir kişi bile duymuyordu. Kendi sesimizi duyamayacak kadar sağırlaşmış, en sevdiklerini kaybeden ahmak topluluğu gibiydik. Bu olayın üstüne söylenecek bir söz daha var mıdır? Yoktu. Ama Uzay'ın söyleyecek bir şeyi vardı. Ah, Uzay... Sevdiğini kaybetmişti. En sevdiğini...

"Bir şey duydum..." dedi huzursuzca. Göz altları şişmişti. Dudağı renksizdi. Gözlerindeki duygular çekilmişti sanki...

İzem elimizden alınmıştı. Onun biricik İzem'i alınmıştı. Ama ne derler bilirsiniz. Tanrı verir ve yine Tanrı alır.

"Ne duydun?" dedim. Sesim ruhsuz çıkmıştı.

"Coğrafyacının telefon konuşmasına şahit oldum. O bir insan değil. İzem'in aklındaki her şeyi unutturması için doktora emir veriyordu. Onu... Onu o hastanedeki deli kız gibi yapacak. İzem bunları hak etmiyor. Hak etmedi. Hak etmeyecek!"

Sonlara doğru sesi yükselmişti. Artık kimse olanlara şaşırmıyordu. Sonuçta İzem'in bu halde olmasına sebep olan KİŞİ coğrafyacı. Zaten her şeyin başı o değil miydi?

Güneş doğmaya başlarken o mükemmel renk gökyüzünü esir almıştı.

"Onu oradan kurtarmalıyız," dedi Efsa. Sesi sinirli bile çıkmıyordu. Hatta sesi bile çıkmıyordu. Neredeyse sesi bile çıkmıyordu...

"Herkes odasına gitsin. Zaten bugün kimse okula falan gidemez. Gece saat 1'de burada buluşalım. Gizlice hastahaneye girer, İzem'i çıkarırız."

Bunu söylerken yere bakıyordum. Onların gözlerine bakacak gücüm yoktu. Bu sözümle hepsi ayaklandı ve teker teker odadan çıktı. Bir kişi hariç. Uzay...

"Ilgın..." dedi en çaresiz sesiyle. Onun sesiyle içimden bir şeyler kopmuştu. Gözümden bir damla yaş süzülürken, ayağı kalktım ve kapının önünde dikilen Uzay'ın karşısına geçtim.

KAÇIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin