*38.BÖLÜM* İTTİFAK.

522 60 12
                                    

Karanlık odamı aydınlatan titrek ve bitmek üzere olan muma kaydı bakışlarım. Birazdan sönecekti ve kitap okuma keyfim yarıda kalacaktı. Elektirikler kesileli iki saat oluyordu ve saat sabahın dördü olmak üzereydi. Gözlerimi kapatıp başımı arkaya yasladığımda bütün günün yorgunluğu omuzlarıma bindi ve ben altında bir böcek gibi ezildim. Artık çok fazla yorulduğum aşikârdı. Bazı şeyleri çok erken yaşamıştım. Aynı anda tüm duygu geçişlerini yaşadığım dakikalar vardı. Artık her şey benim için daha zordu.

Kunter'in yaptıklarını öğreneli yedi gün olmuştu. Aldığım ses kaydını bizimkilere dinlettim. Hepsi Barlas'tan nasıl özür dileyeceklerini tartışırken odadan sessizce çıkıp gittim. Saçmalıklarını dinleyecek gücüm yoktu. Barlas'a inanmamaları affedilir miydi? Bilmiyorum. Birbirimiz için her şeyi yapabileceğimizi, herkesi karşımıza alabileceğimizi sanıyordum. Belki de düşündüğüm kadar kuvvetli bir arkadaşlığımız yoktu. Bu konuyu düşünmek canımı sıkmaktan ileriye gitmiyordu. Yedi gün boyunca tuhaf şekilde korkunç olaylar olmuyordu. Beynimin içindeki haykırışlar sustu. Fiona rüyalarıma girmiyordu. Kürşat ve Kunter ortalıkta yoktu. Barlas ve ben sessizliği tercih ederken diğerleri sürekli bir arada. Yedi gün boyunca onlarla iki saat bile vakit geçirmedim. Olaylar daha ne kadar karanlığa bürünebilir derken aslında beyaz günler geçirdiğimi yeni fark ediyordum. Her şey şimdi başlıyordu. Oyun bitti dediğim yerde, aslında oyun başlıyordu.

Bu tuhaf dinginlik yakında gelecek olan fırtınanın habercisiydi. Sinsice yaklaşıyordu fırtına ve bu fırtına Kürşat'ın ta kendisiydi. Kürşat aslında kimdi, bizden ne istiyordu? Öldürdüğü bunca insanı neden öldürüyordu? Artık bir şeyleri öğrenmek istiyordum, bu kadar bilinmezlikle yaşanılmıyordu. Düşüncelerimi bir kenara atarsak onun dışında vücudumda bariz şekilde değişimler olmaya başladı. İçimde yanmakta olan bir ateş var gibi. Vücudumu esir almış ve sanki her noktayı yakmadan sönmeyecek gibi.

Bazen saatlerce üşüyorum. Dudaklarım morarıyor ve ellerim titriyor. Titreyen ellerime bacaklarım eşlik ediyor. Bazen terleyeme başlıyorum. Odamın kapısını kilitleyip, tüm kıyafetlerimden kurtulup soğuk zemine yatıyorum. Buz gibi suyla duş alsam bile serinleyemiyorum. Bazen beynime bir ağrı saplanıyor ve tüm vücudum karıncalanıyor. Ve evet, bazen bunların hepsi aynı dakika içerisinde oluyor.

Düşünceler denizinde boğulduğum tam bu an uzun zamandır içimde saklanan bir his çıkıveriyor ortaya. Sürekli gözardı etmeye çalıştığım ama oyunun başından beri hatta ve hatta yaşamımın başından beri orada olan his: Aile özlemi. Kaç aydır konuşmuyorduk? Abimle arada mesajlaşmalarımız dışında kaç aydır seslerini duymuyordum? Belki yıl? Simalarını unutmama az kaldığını hissediyordum. Beni arkadaşlarımın içinde döven, azarlayan ve sürekli aşağılayan babamı bile özlüyordum. Beni mükemmel evlat kalıbına sokmaya çalışan, ama beceremediği için bu okula yollayan annemi bile özlediğimi hissediyordum. Özlem kalbimi esir alıyor ve o anda bir gerçek çıkıyor ortaya: Ölmek istiyorum. Lanet olası hayatımda sadece bir kez istediğim bir şey oldu. O da gerçek dostlar edinebilmekti. Fakat eziyet çekerek edindiğim bu dostları kaybetmek üzereydim. Hepimiz dağılıyorduk. Güven yoktu, sevgi yoktu, huzur yoktu.

Yeni bir mum almak için ayaklanacağım sırada pencereden içeri süzülen rüzgar mumu söndürdü. Karanlıkta kaldığımda oluşan o his ortaya çıkarken gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Birkaç dakika oturduğum yerden kalkmadım. Gözlerim biraz alışmaya başlarken çalışma masama ilerledim ve yedek mumlardan birini elime aldım. Arkamı dönüp komodine ilerleyeceğim sırada bir şey oldu. Tam arkamda hissetiğim bir nefes vardı ama orada kimse olmadığını biliyordum. Tüylerim şaha kalkarken umursamamaya çalışarak ilerledim. Ama beni durduran bir şey oldu. Çalışma masamın üzerinde duran meyve tabağından bir elma yuvarlanarak ayağımın dibine kadar geldi. Olduğum yere çivilenirken göğüsüm hızla kalkıp iniyordu. Hızla yere eğilip elmayı aldım ve tabağa geri koydum. Komodine ilerleyip çakmağı aldım ve mumu yaktım. O anda kapım gürültülü bir şekilde açıldı. Elimde mumla kapıya dönerken gözlerim şokla açıldı ve kalbim şimdi kaçıp gidecekmiş gibi hızla atmaya başladı. Kunter yedi gün sonra ortaya çıkmıştı. Ağzından akan kanla bana bakan Kunter'e diyebilecek bir şeyler düşündüm ama yoktu. Perişan haldeydi. Dayak yemiş gibi duruyordu ve üstü başı toz içindeydi.

KAÇIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin