*29.BÖLÜM* PİŞMANLIK.

580 61 6
                                    

"Sizden kurtulmanın zamanı geldi."

Duyduğum ses beni ölesiye ürkütürken Barlas'ın elini biraz daha sıktım. Enes ve Efsa'nın bize baktıklarını gördüğümde ne demeye çalıştıklarını anlayamıyordum. Kürşat bize doğru bir adım atıp hırladığında Barlas beni arkasına çekmişti. Şu an da keşke matematikçiyle olsaydım diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Barlas'ı itip beni kendine çektiğinde kulağıma doğru hırladı.

"Belki de kaderini engelleyebiliriz ufaklık, ölümün engellenmeden seni öldürebilirim." yüzü tekrardan göz hizama geldiğinde ne dediğini anlamamışçasına ona baktım. Ölümün engellenmeden demesi neyin nesiydi. Tokat atmak için elini kaldırdığında Barlas ona saldırmak için bir hamle yapmıştı, başarısız bir hamle. Kürşat bana atacağı tokat için kaldırdığı elini acımasızca Barlas'a yönlendirdiğinde yere yığılmıştı. Kürşat tahmin ettiğimizden çok daha güçlüydü. Barlas'a dokunmadan onu etkisiz hale getirmişti. Korkuyordum. Kalp atışlarımın sesi dışarıya taşacak gibi geliyordu. Bacaklarımda güç kalmamıştı. Burada yavaş yavaş ölmeyi bekleyecektim. Yardım isteyebileceğim kimse yoktu. Kazan dairesine bakmak kimsenin aklına gelmezdi. Keşke eskisi gibi rüyalar görebilseydim. Bana yardım edecek birisinin desteğine ihtiyacım vardı. Başıma bir şey gelmesin diye her seferinde beni uyaran minik maviliği hatırladım. Beynimin bir kenarında duran küçük filizi büyüttüm. Hayatımdaki en imkansız şeyler son birkaç ayda gerçekleşmişti. Şimdiyse belkilere sığınmaktan başka çarem yoktu. Gözlerimi kapatıp o küçücük filizin her hücreme yayılmasına izin verdim. Bu sefer o beni çağırmayacaktı. Ben o küçük maviliğe gidecektim. Zihnim bir anda kazan dairesinden uzaklaşıp bembeyaz bir yere girdiğinde başardığımı anladım. Bana yardım edecek kişi şu an yanımdaydı. Güvende hissediyordum ama bir yandan da zihnim fazla vaktimizin olmadığını haykırıyordu. Kaybedecek zamanım yoktu. Gözlerimi açıp maviliğin orda olduğunu fark ettiğimde tekrardan gözümü kapattım.

"Yardıma ihtiyacım var," diye fısıldadığımda hayatımda birkaç şeyin değişmesini bekledim. Ya da en azından bana bir şeyler demesini. Hiçbir şey olmamış gibi öylece duruyordu. Buraya kendi isteğimle gelmiştim. Uykumda değildim ve belki de buraya girmem başından beri yasaklanmıştı. Son gücümle "Lütfen," dediğimde beynimde yankılanan sesler yavaşça zihnimde süzülürken ne yapmam gerektiğini anlamıştım.

Burada daha fazla kalmayı göze alamayarak tekrardan kazan dairesini düşündüm ve gözlerimi açtım. Manzaram Kürşat'ın gözleri olduğu için pek mutlu olduğum söylenemezdi.

"İstediğin kadar bayılmış numarası yap, buradan çıkışın yok," dedi o iğrenç sesiyle. Yerde yavaş yavaş kendine gelen Barlas'ın sesini duyuyordum. Gözlerim tekrardan kendinden çok emin bir şekilde bana bakan Kürşat'ın gözlerini bulduğunda dudaklarımı yavaşça kıvırdım ve tüm zihnimi tek bir noktaya çevirdim. İçerideki çığlıklarımı dışarıdaki ölüm sessizliği bozuyordu. Çocukların duyamayacağı ama Kürşatın duyacağı çığlıklardan bahsediyordum.
Tek bir noktaya odaklanmaya çalışırken bir yandan da tüm hücrelerimle bedeni olmayan ruhları çağırıyordum.

"Gelin, o burada."

Kalbimin biraz daha ağırlaştğını fark ettiğimde bu işin sonunda sağ olmayı diliyordum. Bu işi becerebilirsem arkadaşlarım ve ben sağ kalacaktık. Ölüm fikrini tamamiyle aklımdan atmaya çalışırken gücümün son damlasına kadar sahibi olmayan ruhları düşünmeye devam ettim. Buraya gelmeleri gerekiyordu. Sadece bir tanesi Kürşat üzerinde etkili olamazdı ama sayıları ne kadar artarsa Kürşat o kadar güçsüzleşirdi. Gücüm tükenip Kürşat'ın kollarında yığıldığımda her şeyin bittiğini düşünmüştüm.

-

-
BERKAN

Çarptığım kişilerden özür dileyecek kadar vaktim yoktu. Her yanım suçluluk duygusuyla kavrulurken başlarına bir şey gelme ihtimali beni kahrediyordu. Dolu olan asansörü es geçip merdivenlere yöneldiğimde sanki yol biraz daha uzuyordu. En sonunda kazan dairesininin bulunduğu kata geldiğimde uyarı tablolarını es geçip içeriye girmeye çalıştım. Kapının kilitli olduğunu fark ettiğimde omzumla birkaç kez zorlamaya çalışsam da kapı açılmıyordu. Sanki aylardır buraya kimse girmemiş ve kapı sıkışmış gibiydi. İyice telaşlanırken kenardaki uyarı tablosunu alıp kapının kilidine vurmaya başladım. Eğer biraz şansım varsa açılırdı. Unuttuğum bir şey vardı ki bende şans adına bir şey yoktu. Birkaç kez daha denememe rağmen sonuç alamamıştım. Son çareyi güvenliği çağırmakta buldum. Vakit kaybetmeden güvenliğe ulaşmalıydım. Hızla indiğim merdivenleri hayal kırıklığı ve endişeyle tekrar çıkarken güvenliğin yerinde olmasını umuyordum. Merdivenlerin bitiminde koşarak bahçeye çıktığımda ikinci kez çarptığım kişiler arkamdan homurdanıyordu. Koşarak kulübeye girdiğimde bekçiyi uyurken buldum ve birkaç kez dürtükledikten sonra uyandırdım. Bana tuhaf tuhaf bakarken

"Arkadaşlarım kazan dairesinde ve başlarına bir şey gelmiş olabilir," demiştim. Biraz hızlı konuştuğum için bana anlamazca baksa da olayı özet geçip güvenlik görevlisini çekiştirerek kazan dairesine kadar götürdüm. On adımda bir kez homurdandığı için pek kolay bir iş olduğu söylenemezdi. Kapıyı benim gibi birkaç kez zorladıktan sonra açılmadığını fark edip belindeki anahtarlardan doğru olanı bulmaya çalışırken bir yandan da homurdanıyordu. O kadar yavaş hareket ediyordu ki sinirden titriyordum. Sonunda doğru anahtarı bulduğunda kapıyı açıp içeri bir göz attı. Daha detaylı inceleyebilmek için kazan dairesini taradığında içeriye girmeye korkuyordum. Arkadaşlarımın cansız bedenlerini bulma ihtimalim beni deli ediyordu. Sabırsızca çıkan güvenlik görevlisinin gözlerine sorarcasına baktığımda "Evladım sen benimle dalga mı geçiyorsun, içeride kimse yok," demişti. Ona tekrardan sorarcasına baktığımda bininci kez homurdanıp yukarıya çıkmaya başladı. Ilgın'ları tamamen kaybetmeyi düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Arkadaşlarım burada değilse neredeydi? Orada daha fazla vakit harcamadan merdivenleri uçarcasına çıkarken aklımdaki tek yer eski müdür odasıydı. Soluklanmadan eski müdür odasına geldim ve bir saniye bile beklemeden içeriye daldım. Kapıyı açar açmaz kanepede uzanan bir Barlas, onun başında dikilen bir Ilgın ve yerde uzanan Efsa ve Enes beklemiyordum.

"Çocuklar!" dediğimde dördününde bakışları bana döndü. Onları bulmanın verdiği rahatlık hissi çok uzun sürmedi. Enes'in gözlerinde takılı kaldı gözlerim. Gözlerindeki beyazlık yok oluyor, yerini saf öfkeye bulanan siyaha bırakıyordu. Sinirliydi bana. Haklıydı. Tam bir orospu çocuğuydum.

"Berkan elimden bir kaza çıkmadan defol git buradan." buz gibi çıkan sesine aldırmadan yanına ilerledim ve kolunu tuttum.

"İyi misin? Ne oldu? Biliyorum, hatalıyım. Özür dilerim, çok-"

"Kes!" diye bağırdığında şok olmuştum.

Tamam sinirliydi ama Enes ve bağırmak mı?

"Şimdi mi aklına geldi bizi merak etmek anasını satayım? Ölüyorduk lan biz orospu çocuğu! Berkan bey neredeydi? Bingo! Tabii ki Deniz'le. İğreniyorum senden. Git buradan."

Sonlara doğru yüzünü buruşturup bana öyle bir bakış attı ki, hayatımda hiç bu kadar berbat ve değersiz hissetmemiştim. Söyleyecek bir şey olmadığından, yerimden kalktım ve umutla Ilgın'a döndüm.

"Sakın," dedi tıslarcasına Ilgın. "Sakın ama sakın tek kelime daha etme. Git buradan. Bu sinirle seni öldürebilirim."

Yapacak bir şey kalmamıştı. Son olarak "Özür dilerim," diye fısıldayıp odadan çıktım ve kendimi soğuk zemine bıraktım. Ellerim yumruk halindeyken uçkuruma sövdüm. Ben tam bir şerefsizdim.

Merhaba bitanecik okurlarımız! Burayı ne olursa olsun okursanız, çok iyi olur. Bir yorum gördük. Hikayemiz Wattpad platformunda ki bir hikayeye benzetilmiş. Arkadaşlar bu hikaye bir anda ortaya çıkan bir şey, ama bu kurgu üzerinde saatlerce düşünüldü. Her olay, her karakter birbiriyle bağlantılı. Fail vermeden yazılmaya çalışılan, sabahlara kadar uyumadan, durmadan bölüm yazılan bir hikaye. Bu hikaye TAMAMİYLE bizim emeğimizle oraya çıkmıştır ve başka bir hikayeye benzemekle suçlanılmamalıdır. Eğer böyle düşünen ve emeklerimize saygı göstermeyenler varsa lütfen okumayın. Hikayeyi beğenmezsiniz, eleştirirsiniz, bu bizim kabulümüzdür. Yazımızı beğenmezsiniz, betimlemeleri yetersiz bulabilirsiniz ama seviyeli bir şekilde bunu dile getirirsiniz, bu da kabulümüzdür. Ama kurgumuza başka bir kurguya benziyor deyip emeğimizi silip atarsanız buna asla tahammül edemeyiz. Dediğimiz gibi böyle düşünenler varsa okumazlar, olur biter. O yorumu atan arkadaşımız burayı okurken sinirlenebilir, büyüttüğümüzü düşünebilir ama bizi de anlayın. Belki de büyütüyoruz ama demek istediğimiz olay şu: Benzeten varsa bizimde, o şahsında kalbi kırılmadan okumaya son verebilir. Bakın, gerçekten büyütüyor olabiliriz ama ortada bir emek var ve lütfen bu emeği harcamayın. Fark eden olmuştur, biz elimizden geldiğince samimi oluyoruz. Her yoruma cevap veriyoruz, hemde gayet samimi bir şekilde. Bu yazıyı lütfen ama lütfen ego olarak algılamayın. Sadece yazma gereği duyduk. Her neyse, buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler. Bir sonra ki bölüme kadar +25 vote gelirse çok iyi olur. Seviliyorsunuz.
-Beyza ve Helin

KAÇIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin