*18.BÖLÜM* ACI.

793 59 8
                                    

Bu kısa hayatım boyunca binlerce kez rüya gördüm. Bazı rüyalarımda en güzel yerde uyandım, uyandırıldım. Pişman oldum. Bazı rüyalarımda ise acı her hücremi büyük bir ateşle sarsarken uyandım veya uyandırıldım. Uyandığım zaman ise binlerce kez şükrettim. Şu an tam öyle bir durumdayım. Bakın, yaşamadan anlayamazsınız. Bu öyle bir durum ki, yaşamadan anlaşılamayacak, hissedilemeyecek bir durum. Her insanın kaldıramayacağı bir durum. Korku, düştüğüm çukurda yükselip beni boğarken bir şey yapamıyordum. Düşünme yetimi kaybetmiş gibi hissediyorum. Bu yaşadıklarım, hissettiklerim öyle şeyler ki, insanı yaşarken öldürür. Alınan her nefeste ölmek için yalvartacak bir durum. Yardım isteyemezsiniz, bilirsiniz ki size yardım etmeye kalkan herkes ölür. Aynı anda hem ölmek için çırpınırken; ölüme yaklaştığınız an ise hayatta kalma iç güdüsüyle hareket edip kurtulmak için yalvaracağınız bir durum. Bakın, kelimelerin bile bittiği yerdeyiz. Hissetiğim acının-hem fiziki hemde ruhen- tarifini yapmak o kadar zorki...
Gözlerim açıldığı an bulanıklaşan görüntüler ve sanki çok uzakta gibi olan sesler beynimin sızlamasına neden oldu. İlk başta gelen seslerin ne olduğunu anlamasamda sonradan seslerin çoğunun alelen Enes'e ait olduğunu anladım. Uyanmamı sağlayan sesler ona aitti. Önce ne olduğunu kavramaya çalıştım. Son hatırladığım o'nun yüzüydü... Gözümün önüne gelen görüntü beni ürpertirken şakaklarımı ovaladım. Yaşadığım olaylar az çok beynimde toplanırken ne olduğunu anımsamaya başladım. Gelen kişinin coğrafyacı olduğunu anladığım zaman telaşlanmıştım. Çünkü beni orada görseydi ruhum aynanın o tarafında kalırken bedenim diğer tarafında kalırdı ve ben sonsuza dek arafta kalırdım. Bu düşünce beni daha fazla korkuturken tüylerim diken diken olmuştu. Coğrafyacı görmeden, nasıl yaptığımı bilmediğim bir şekilde bedenime geri dönmüş ama aşırı sarsıntıdan gözlerim kararmıştı. Gerisini hatırlamıyorum...
Banyonun dışından gelen sesler aslında çok az olsada beynimin içinde bir gümbürtüye neden oluyordu. Görüşüm yerine geldiğinde yavaşça yattığım yerden doğruldum. Terlemiştim. Banyo buhar altındaydı ve çok sıcaktı. Odamın kapısını kilitlememiştim, ama banyo kapısı kilitliydi. Kendime gelmeye başladığımda Enes'in sesine Efsa'nın sesleri karıştı.
"Ilgın!" diye bağırıyordu Enes. "İyi misin? Bir ses ver!"
Saniye aralıklarla kararan gözlerimi önemsemeden banyonun kapısına ilerledim ve kilidi çevirip kapıyı açtım.
Efsa ve Enes kapının açılmasının verdiği şaşkınlık dolu bakışlarla beni süzerken bir adım atıp banyonun kasvetli ve buhar dolu havasından uzaklaştım. Ciğerime nüfus eden hava beni rahatlatırken çok yorgun hissediyordum. Bacak kaslarım ağırıyordu. Banyonun sıcak havasından sonra odanın havası bana çok iyi gelmişti.
"Ilgın ne oldu?" dedi Enes tekrar. Efsa'nın tedirgin bakışları üzerimde dolaşıyordu. Dudaklarının arasında mahsur kalmış sözcükler vardı, ama haykırmaya korkuyordu. Çünkü biliyor ki, haykırırsa hiç iyi şeyler olmayacak. İç çekip konuşmak için dudaklarımı araladım.
"Çok yorgunum," dediğimde sesim kısık çıkmıştı. "Su... Su verebilir misiniz?"
Enes hızla komodinin önüne ilerledi ve su doldurmaya başladı. Bu sırada kendimi yatağa bıraktım ve rahatça nefes almaya çalıştım. Ama göğsümün üzerinde olan baskı bunu engelliyordu. Enes titreyen elleriyle su dolu bardağı bana uzatırken, doğruldum ve suyu elinden aldım. Suyu içtiğim an kuruyan boğazım yumuşadı ve azda olsa rahatladım. İçinde hiç su kalmayana kadar içtikten sonra Efsa bardağı elimden aldı.
"Ilgın ne oldu? Artık anlat."
Enes sinirli bir ses tonuyla konuşurken ben gözlerimi devirdim. Tabii ki onlara anlatmayacaktım!
"Bilmiyorum. Bir anda fena sıcakladım ve gözlerim karardı. Büyük ihtimalle tansiyonum düşmüştür."
Efsa ve Enes bana tabii ki inanmamışlardı ama irdelemediler.
"Diğerleri nerede?" diye sordum.
"Dersteler. Bizde sen gelmeyince bakmak için çıktık dersten. İyi değilsen gelmeyebilirsin," dedi Enes. Kaşlarını çatmış beni süzüyordu. Haydi ama! Bu bakışlar çok rahatsız edici! Enes çok konuşkan bir tip değildi, en azından boş konuşmazdı. Sinirlendiğginde susardı genelde, ama onunda sabrının sonlarına geldiğini anlayabiliyordum. Patlamaya hazır bomba gibi bekliyordu. Açıkçası ona bulaşmaya hiç niyetim yok.
"Yok, geleyim."
Yataktan doğrulup dolabın önüne ilerlerken vücudumda ki ağrı hafiflemişti.
"Ders beden," dedi Efsa. "Eşofmanlarını giyip bodruma gel. Hava yağmurlu bahçede ders yapamıyoruz," dediğinde yağmurun sesini o anda farkettim. Bakışlarımı pencereye çevirdiğimde havanın çok can sıkıcı göründüğünü farkettim, ya da bana öyle geliyordu.
"Tamam, siz gidin geliyorum."
Başlarıyla onaylayıp odadan çıktıklarında rahat bir nefes aldım. Çok fazla üstüme geliyorlardı, anlatamazdım. Çok pimpirikli davanacaklardı. Bakın, birilerinin çabalaması gerekiyor. Öleceksem bile çabalamadan ölmeyi kaldıramam. En azından bir şeyler için uğraşmam gerek. Barlas belli etmese bile, o da korkuyor. Bende korkuyorum, yalan değil. Ama onlar kadar korkmuyorum. Bu oyunun sonu nasıl bitecek, kaç kişiyle, nerede bitecek bilmiyorum ama, pes etmeye hiç niyetim yok. En sevdiğim siyah eşofman takımı giyip sarı saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapıp odadan çıktım. Odanın kapısını kilitleyip anahtarı cebime koydum ve koridorda ilerlemeye başladım. Tek tük öğrenciler vardı. Hiç vakit kaybetmeden direkt bodruma kata indim ve spor salonuna pat diye girdim. Beden hocası Halim, bana kınayan bakışlarını yollarken omuz silkip sırada ki yerimi aldım. Barlas'la boylarımız hemen hemen aynı olduğu için yanyana duruyorduk sırada. Sağ tarafımda Barlas, sol tarafımda ise Cemre adında bir kız vardı.
"Bir sorun yok değil mi?" dedi Barlas sessizce.
"Yok," deyip yutkundum. "İyiyim."
"Herkes beni dinlesin!" diye bağıran Halim hocaya bakışlarımı çevirdim.
"Önce tırnak kontrolü yapacağım. Liste sırasına göre gelsin herkes," dediğinde gözlerimi devirdim. Bizi ilkokul birinci sınıf falan mı sanıyordu? Liste sırasında ki ilk kız kontrol için giderken herkes konuşmaya başlamıştı bile. Bende hemen arkamda duran kapıya yaslanıp gözlerimi kapattım ve ortamdan soyutlanmaya çalıştım. Bu kapı nereye aitti bilmiyordum. Malzeme odası falan olmalıydı. Ağrım geçmiş olsada yorgunluğumu hala hissediyordum. Zorla yapmaya çalışsamda yavaş yavaş çevremdekileri dinlememeye başladım. Ta ki o sesi duyana kadar... Yaslandığım kapıdan gelen sesle gözlerimi aniden açtım ve Barlas'ın bakışlarıyla karşılaştım. Sanırım o'da duymuştu.
"Duydun mu?" diye sordu benden önce davranarak.
Kafamı sallayarak onaylarken sinirlerim bozulmuştu. Çünkü en son böyle bir tıkırtı duyup kapıyı açtığımızda delinin teki üstüme atlamış, sonrada boynunu kırıp kendini öldürmüştü.
Enes, Efsa ve Berkan aynı anda bize doğru ilerliyordu.
"Ne oldu?" dedi Uzay sakince.
Tam cevap verecektim ki tekrar kapıdan bir ses geldi.
"Duydunuz mu?" diye sordum heyecanla. Hepsi aynı anda kafasını sallarken Berkan "Açıp bakalım," dedi.
"Hoca kızabilir."
Berkan söylediğim şeyle gözlerini devirip elini kapıya atıyordu ki hocanın gür sesi spor salonunda yankılandı.
"Berkan! Ne yapıyorsun sen?"
"Hiç..." dedi Berkan yalan düşünürken. "Ben... Şey, merak etmi-"
"Etme!" diyerek Berkan'ın lafını böldü hoca.
"O odaya girmek yok!" deyip bize ölümcük bakışlarını attı. Sonra önündeki kişiye dönüp tırnaklarını incelemeye devam etti. Hızlıca sol tarafımda ki Cemre'ye dönüp "Sende sesleri duyuyor musun?" diye sordum. Cemre'nin konuştuğu Kemal'in ilgiside bize dönerken ikisi aynı anda "Ne sesi?" diye sordular. Sorularıyla eş zamanlı olarak kapıdan gelen bariz tıklatma sesiyle heyecanla onlara döndüm.
"Bu! Bu ses işte!"
Cemre ve Kemal birbirlerine bakıp tuhaf bir şekilde kaşlarını çattılar, ya da çatmaya çalıştılar. Tekrar bakışlarını bize döndürüp samimi olmayan bir şekilde gülümsediler.
"Çocuklar iyi misiniz? Ben ses falan duymuyorum?" dedi Cemre.
"Bende," diye onu onayladı Kemal.
Grupça şaşkın bir şekilde onlara bakarken, ikiside bizi umursamayıp birlikte spor salonun diğer köşesine gidip konuşmaya devam ettiler.
"Şu lanet kapının arkasında ne var?" diye kısık sesle konuştu Berkan.
"Boşverin, malzeme odası falandır."
Berkan tam Barlas'a cevap verecekti ki Halim hoca yine bağırdı.
"Yağmur durmuş, bahçeye çıkabiliriz!"
O an kapıyı unutarak aklıma gelen soruyu onlara yönelttim.
"Uzay nerede?" dediğimde hepsinin ilgisini çekmiştim. Berkan hariç... Hala kapıya bakıyordu.
"Gün boyu hiç görmedim," dedi Enes.
"Bende görmedim. Hatta dün gece de görmedim," dedi Barlas.
"Bende görmedim."
Efsa'da görmediğini söyleyince içimde bir korku filizlendi.
"Haydisenize!" diye bağırdı hoca bize. Berkan'ın kolundan tutup önüne döndürürken hızlı adımlarla odadan çıkıp merdivenlere yöneldik.
"Uzay'ı gördün mü Berkan?"
"Hayır görmedim."
Sinirle iç çekip Berkan'ın koluna yapıştım ve hızlı adımlarla bahçeye çıktım. İçimde kötü bir his vardı. İlk defa böyle hissediyordum. Berkan'la bahçeye geldiğimizde diğerleride hemen arkamızdaydı.
"Ilgın endişelenme. Bu aralar kafası bozuk biliyorsun. Hem bizde ona mesafeli davrandık. Tek başına takılıyordur," dedi Enes kolunu omzuma atarken.
"Kamelyaya gidelim," dedi Berkan oraya ilerlerken. Hep birlikte kamelyaya oturduk. Hoca listenin kalanına tırnak kontrolü yapıyordu hala. Hava esiyordu. Rüzgar saçlarımı savururken burnumu çektim.
"Nasıl hissediyorsun Ilgın?" diye sordu Enes. Bakışlarımı yavaşça ona çevirirken sinirlenmiştim. Barlas ve diğerleri bilmiyordu, ne diye onların yanında soruyor ki!
"Nasıl hissetmesi gerek?" dedi Barlas. Tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu.
"Banyoda baygın durumdaydı."
Enes'e tekrar en sert bakışlarımı atarken omuz silkip yayvan bir şekilde oturdu. Derdi neydi bu çocuğun?
"Sorun yok Barlas, iyiyim. Sadece tansiyonum düştü," deyip güven verircesine gülümsedim. Barlas cevap vermek için ağzını açtığında bahçenin diğer tarafından gelen tiz bir çığlık sesi herkesin ayaklanmasına neden olmuştu. Bir kıza ait olan bu ses içimde ki korkuyu alevlemişti. Barlas söyleyeceği sözleri yutarken gergince bana baktı. Bakışlarımı ondan alıp çığlığın geldiği yere döndüm. İçimdeki dürtüyle sesin geldiği yöne koşmaya başlarken diğerlerinide arkamda hissesiyordum. Sesin kaynağına ulaştığımda bir kızın arşiv odasının önünde yere çökmüş bir şekilde buldum. Arşiv odasının kapısı açıktı. Aklıma ilk gelen şey İzem'in cesetiydi... Olamaz, değil mi? Biri görmüş olabilir miydi? Tüylerim şaha kalkarken yavaş adımlarla arşiv odasına ilerledim. Kız bana kısa bir bakış atarken ağladığını farkettim. O kısacak anda bile kızın yüzündeki dehşet içeren duyguları farkettim. Odaya adım attığım an karşılaştığım şey yerden yüksekte duran ayaklardı. Yutkunarak ve buz gibi olan vücuduma aldırış etmeden bakışlarımı ayaklardan yukarı doğru çevirdiğimde ağzımdan bir çığlık koptu. Gördüğüm görüntü... Beynim sızlıyor, içinde ki kanlar yer değiştiriyordu. Tüm organlarım çekiliyormuş gibi hissederken dış uyarılara kapanmış gibiydim.
"Olamaz..." diye ağlamaklı konuşup önümdeki ayaklara doğru koştum ve sarıldım.
"Uzay! Olamaz..."
Sarıldığım ayakların, kendini arşiv odasına asan Uzay'a ait olmaması için her şeyimi verebilirdim. Kalbim teklerken, gözlerimi söküp atmak istedim. Yerde devrilmiş tabureye bakıp bir çığlık attım. Bu acının bir sınırı yok muydu? Ben... Ben... Kelimelerin kifayetsiz kaldığı şu noktada sadece ölmeyi diliyorum. Tanrım, lütfen şu an, tamda şu an al canımı... Sana yalvarıyorum, lütfen...

KAÇIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin