•~31~•

61 9 2
                                    

Soğuk.

Hayır hayır, buz gibi.

Üşüyorum. Çok üşüyorum.

Ve bir ses işitebiliyorum yalnızca, hayal mi gerçek mi olduğuna emin olamadığım bir ses. Su damlalarının zemine çarpmasının sesine benzetiyorum fakat bundan emin değilim.

Sonra gözlerimin üzerindeki örtüyü hissediyorum, sımsıkı bağlanmış. Öyle sıkı ki göz kapaklarımı dahi oynatamıyorum. İstemesem de karanlığa mahkum kalıyorum ve bu bilinmezliğin içinde karanlıkta kalmak beni daha da korkutuyor.

Ağzımı kapatan mide bulandırıcı bezin, el ve ayak bileklerimi sandalyeye sıkı sıkıya bağlayan halatların ve en çok da soğuğun verdiği o korkunç hissiyatla iyice kendime geliyorum. Bilincim tam anlamıyla benle kavuştuğunda en son yaşananlar bir bir aklıma doluşuyor ve bir faydası varmış gibi yerimde debelenip bağırmaya çalışıyorum. Fakat boğazımdaki kuruluk da ağzımın üstündeki bez de sesimi duyurmama pek yardımcı olmuyor.

Az sonra kapının açılma sesini duyuyorum ve anında bütün kaslarım kasılarak kendini savunma moduna alıyorlar. Boğazımdaki acı giderek büyüse de boğuk boğuk bağırmaya devam ediyorum. Fakat ortaya yalnızca anlamsız birkaç ses çıkıyor.

Bana doğru yaklaşan adım seslerini işitiyorum ve mümkünmüş gibi altımdaki sandalyeye sinmek, gıcırdamasından anladığım kadarıyla çürümeye yüz tutmuş tahtalarının arasında yok olmak istiyorum. Fakat ne ben yok oluyorum ne de adım sesleri duruyor.

Odadaki kişinin tam önümde durduğunu hissettiğimde omurgamdan bedenime doğru bir ürperti yayılıyor. Yalan söyleyemeyeceğim, çok fena korkuyorum.

Önümdeki kişi elini gözümdeki beze uzatıyor ve aşağı çekip tek hamlede gözlerimi aydınlıkla buluşturuyor. Aslında tam olarak aydınlık bir ortam da sayılmaz burası, yalnızca gözlerim uzun zamandır karanlıkta kaldığından bu loş ortam bile rahatsız ediyor beni.

Sonra gözlerimi karşımdaki benden ancak beş altı yaş büyük adama çeviriyorum ve gördüğüm yüz karşısında verebildiğim tek tepki kaşlarımı çatıp gözlerimi kısmak oluyor. Gözlerim ellerindeki deri eldivenlere kayıyor ve kaşlarım daha da çatılıyor. Çünkü bu eldivenler bana tek bir şeyi çağrıştırıyor, cinayet...

"Etkilenmiş gibi duruyorsunuz Eslem Hanım." dediğinde karşımdaki adama gözlerimi devirdim. Hiçbir şekilde bu adamı tanımıyordum ve beni niçin bu yıkık dökük yere kaçırıp böyle bağladığına dair en ufak bir tahmin bile yürütemiyordum. 

"Birazdan ağzını da açacağım ama bağırıp çağırmayacaksın. İyiliğin için söylüyorum, burada seni kimse duyamaz." dediğinde tepkisizce yüzüne baktım. Fakat bu tepkisizliğimin ardında içindeki huzursuzlukla ve korkuyla mücadele eden bir Eslem duruyordu.

Eldivenli elleriyle ağzımın üstündeki bezi çıkardığında yüzümü buruşturup yutkundum. Ağzımın içinde berbattan da öte bir tat vardı. Farkında olmadan boğazımı çok zorlamış olmalıydım, sızısı gözlerimi yaşartacak cinstendi. 

"Kimsin sen?" dedim boğazımın izin verdiği kadar yüksek bir sesle, yani neredeyse fısıldayarak. Yine de ne olursa olsun güçlü durmak zorunda olduğumun ve acımı belli etmemem gerektiğinin bir şekilde farkındaydım.

"Aferin, sandığımdan daha akıllıymışsın. Hiç bağırmadın." dedi küçümser bir ifadeyle ve sonra eldivenli elini uzattı. "Ben Çetin." dedi kısaca ve bağlı duran ellerime göz atıp yüzüne kibirli bir sırıtış yerleştirdi. "Ah pardon, bir zavallı gibi elinin kolunun bağlı olduğunu unutmuşum." 

"İnan bana adın da söylediklerin de zerre umurumda değil. Neden buradayım ben?"

"Çünkü seni kaçırdım."

Sen AğlamaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin