•~15~•

182 22 0
                                    

Adalet için diyerek başladığımız bu yolun ilk adımını zorlukla da olsa tamamlamayı başarmıştık. Alyansı incelemeleri için mahkemeye sunmuş, bu sayede Ekrem Kanat dosyasının yeniden açılmasını sağlamıştık. Kazanacağımızdan adım kadar emindim. Üzüldüğüm tek şey, Eymen'in babasından ayrı geçirdiği bunca yıldı. Hele de bütün bunlara benim baba dediğim adamın sebep olmuş olması beni kahrediyordu.

Eymen'in gözlerine bakmak bazen kendimi suçlu hissetmeme neden oluyordu. Elbette şimdiye kadar beni suçlayıcı hiçbir ithamda bulunmamıştı fakat asıl mesele benim kendimle olan suçlu-suçsuz kavgamdı. Bazen gözlerinde dokuz yaşındaki kanatları paramparça edilmiş Eymen'i görüyordum. Ve inanın siz olsanız, siz de bunu görmektense ölmeyi tercih ederdiniz.

Şu anda da dokuz yaşındaki, hayalleri kelepçelenmiş Eymen'in bakışlarıyla karşı karşıyaydım. O Eymen, sırtını yasladığı dimdik dağın nasıl da çaresizce eğilip bükülmek zorunda kaldığını görmüştü. Bağırmıştı belki babamı benden almayın diye ama sesini duyuramamamıştı, duymak istememişlerdi çünkü. Ona baktığımın farkında değildi, belki de bundan dolayı dalıp gitmişti. Gerçi ben bile, düşünmekten ona baktığımın çok geç farkına varmıştım.

Otobüs durağındaydık, hava dünki yağmurdan kalma nemi üzerimize bırakmıştı. Bir yandan düşüncelerimin ağırlığı, bir yandan nemli havanın beraberinde getirdiği bunalmışlık ve diğer yandan da çektiğim vicdan azabı... Bir zaman diliminden ne kadar çabuk çıkılmak istenirse o kadar çabuk bu anın bitmesini istiyordum. Keşke diyordum, keşke biri omuzlarımdan tutup hayatımın güzel olacak evrelerinden birine fırlatsa... Tabi böyle bir evre var ise...

Otobüs yaklaşırken ayaklanmış, sessizlik içinde binmiştik. Boş olan ikili koltuk bulduğumuzda cam kenarına geçmem için beklemiş ve kalbimin deli gibi çarpmasına bir kez daha sebep olmuştu. Yine de o günü hatırlamış olması beni daha çok utandırmıştı çünkü bu inceliği o günki saçma sapan ağlayışımı da hatırlatmıştı. O da yanıma oturunca içimden taşmak için sabırsızlanan cümlelerimden yalnızca birkaçını sarf ettim.

"Davayı kazanacağımızdan eminim. Hikayenin sonunda Mehmet Karabulut dışarda, Selim Hanoğlu içerde olacak. Tıpkı olması gerektiği gibi. Ama yine de aklımı yiyip bitiren bir şey var. Bütün bu olanların, yaşadıklarının, yaşamak zorunda bırakıldıklarının bir suçlusu da benmişim gibi hissediyorum. İçini ne kadar soğutur bilmem ama, özür dilerim. Her şey ve herkes adına."

Üzerime dikilen sert bakışlar karşısında daha fazla devam edemeyip sustum. Onu sinirlendirdiğimin farkındaydım ama en azından içim rahatlamıştı.

"Seni hiçbir zaman bunların suçlusu olarak görmedim, göremem de. Çünkü değilsin. Farkında mısın bilmiyorum ama sen de bir kurbansın. O yüzden bir daha asla bu konu hakkında en ufak bir suçluluk duygusu hissettiğini görmeyeyim. Ayrıca evet, bu davayı kazanacağımızdan ben de eminim." dedi ve her kelimesinde mümkünmüş gibi daha da çatılan kaşları, son cümlesiyle gevşedi ve yüzüne neredeyse huzurlu denebilecek bir ifade yerleşti. Bunu görünce ben de ister istemez gülümsedim ve dediklerini onaylarcasına başımı salladım.

Yol boyunca otobüs giderek daha da kalabalıklaşmış, çekilmez bir hal almıştı. Yaşlı bir çifte yer verdiğimizden dolayı ayakta, yaşam mücadelesi vererek tamamladığımız yolun sonunda ikimiz de savaştan çıkmış gibi bir haldeydik.

"Alo?" dediğini duyduğumda başımı ona çevirdim, telefonunun ne zaman çaldığını bile duymamıştım. Karşı tarafın kim olduğunu anlamaya çalışırcasına kaşlarını çatmıştı.

"İnci? Sen..." dedi ve sonra sözü kesilmiş olacak ki sustu. Kısa bir an İnci kim diye sorgulamış, daha sonra karakoldaki İnci olabileceğini düşünmüştüm.

Sen AğlamaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin