Medya : Rody Dünyada - Türkü
♪
İlkokulda sınıfımızda bir kız vardı. Çok güzeldi, gözleri nazar boncuğu gibi masmavi parıldıyor, sapsarı saçları beline kadar uzanıyordu. Hepimiz içten içe kıskanırdık onu. Çöp kovasının başında kalemlerimizi açarken hep o kızın dedikodusu döner dururdu aramızda. Herkes onun kırmızı kurdelelerini, tüylü kalemlerini, kokulu silgilerini, göz alıcılığını kıskanırken ben, apayrı bir konuda özenirdim ona. Bu yüzden belki o kızı hala hatırladıkça içimde çocuksu bir kızgınlık uyanıyordur.
Her sabah babası bırakırdı okula, çantasını da babası taşırdı. Saçlarından öpüp sarılırdı babası, prensesim derdi. Prenses gibiydi sahiden de. Bana göre, dış görünüşüyle değil, babasının prensesim demesiyle gerçek bir prenses olurdu. Her sabah okul servisinden inip bir köşeye çekilir, boynum bükük bir halde vedalaşmalarını izler, sonra hiçbir şey olmamış gibi sınıfıma giderdim.
Biliyor musunuz, babam okula başladığım ilk gün bile yanımda olmamıştı. O kadar üzülmüş, o kadar ağlamıştım ki, annem okuldan korktuğumu düşünüp tüm gün sınıfta yanımda oturmuştu. Belki çok bencildim, belki haksızlık ediyordum babama, bizim için çalışıp çabalıyor, beni en iyi okullarda okutmaya çalışıyordu. O zaman neden hala hatırladıkça ağlamaklı oluyorum? Niçin sürekli onu suçluyorum? Çok şey istememiştim ki, bir kez saçımdan öpse, bir sabahcık okula bıraksa yeterdi bana halbuki. Sınıfımdaki diğer kızlar gibi huysuzlanıp da daha fazlasını istemezdim ki, azla yetinebilecek kadar çok ihtiyacım vardı çünkü.
Babanız varken baba hasreti çektiniz mi siz hiç? İnanın bana, bu duygu babasız büyümekten de zor. Yanı başında, dokunsan dokunabilir, sarılsan sarılabilirsin. Ama olmuyor işte, görünmez bir duvar örmüş çevresine sanki, tek adım atsan tosluyor, kalp kırıklığınla oturup kalıyorsun yerinde. Yatağına kıvrılmış ağlıyorsun, yan odasındasın hemen, duyuyor muhtemelen ama gelip de gözünün yaşını silmiyor. Çünkü işleri var, yetiştirmesi gereken bir dosya, savunması gereken bir müvekkili var. Bırak iyi olup olmadığını, gözünün ucuyla bile bakmıyor. Küçükken bütün babalar böyle sanırdım, babalar bizim için çok çalışarak sevgilerini gösterirler sanırdım. Büyüdükçe anlıyor insan, sevgi denen şey bu kadar can acıtmaz, kalp kırmaz. Aksine iyileştirirmiş insanı, meğer babam beni hiç sevmemiş. Sonra daha da büyüdüm, beni sevmesini her gün umudumu yitirmeden beklediğim babamın aslında babam bile olmadığını anladım. Bu, canımı o kadar da acıtmadı aslında, bir terslik olduğunu, benim babamın normal bir baba gibi davranmadığını biliyor ve içten içe böyle bir gerçekle yüzleşeceğimi hissediyordum.
Şimdi, haberlerde gördüğüm yorgun ve çökmüş yüz, gerçekten evlatlarını seven bir babaydı. Ve inanın bana, yıllardır baba bildiğim adam ölse canım bu kadar acımazdı. O hapishane duvarlarının arasında bir adam öldürülmemişti yalnızca, bir baba, bir çocukluk, bir gençlik ve bir adalet öldürülmüştü. Benim biricik sevdiğim, Eymen'im öldürülmüştü o cezaevinde. Mehmet Karabulut değildi yalnızca ölen, adalet ve kanunların da katledilmesiydi bu.
Artık dayanamıyordum. Neden hep suçsuz insanlar zarar görürdü ki? Doğanın kanunu muydu bu yoksa hiçbirimiz suçsuz değil miydik aslında? Birileri yaşarken hak etmediği bolluk içinde, niçin birileri ekmek bile alamaz durumdaydı? Suçlular rahatça gezerken ortalıkta, suçsuzlar neden mahkumdu cezaya? Sessiz kalamam artık, bağırırım adalet için. Sesimi duyursam cezalandırılırım belki, tek suçum saçma sapan düzeni kabullenememektir oysa.
"Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda?" demiş Orhan Veli, bağırsam adalet için, sesimi duyar mısınız satırlarımda?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Ağlama
Genç Kurgu"Sen ağlama." dedi kemikli elleriyle gözyaşlarımı silerken. Yanağımın üstündeki elini elimle tutup yüzümü avcuna bastırdım. Islak gözlerimi gözlerine diktiğimde yaklaşıp alnımdan öptü ve uzaklaşmadan fısıldadı, "Dayanamam..." #1 - ağlama •18.07.21•...