•~13~•

251 90 0
                                    

Ölüm sahiden de bu muydu? Oysa ben hep ölümü acı veren bir olay sanırdım. Eğer gerçekten de öyleyse niçin kendimi şu an dünyanın en huzurlu insanı gibi hissediyorum? İnsan ölünce hisleri de ölmez miydi? Hani tüm hayatın bir film şeridine sıkıştırılmış gibi zihninden akıp giderdi? O an anladım ki bu film şeridi, yalnızca güzel bir hayata sahip olan insanlar için geçerliydi. Tekrar tekrar yaşasalar yine de hayatlarına doyamayacak olan insanlara özeldi. Bense kanatları alevden bir kuştum yalnızca. Böyle güzelim, böyle güçlüyüm sanırdım önce fakat bilemezdim o alevlerin beni bir gün yakıp yıkacağını, küllerimi dört bir yana saçacağını. Hayatımın kanatları da ateştendi benim, bir film şeridine sığamayacak kadar büyüktü alevleri, güçlüydü ve de sıcaktı.

Hem sonra beyaz ışığı görürmüş ölenler, oysa ben zifiri karanlıktan başka bir şeye erişemiyordum gözlerimle. Acaba yalnızca iyiler mi görürdü beyaz ışığı? Beyaz; saflıktı, berraklıktı, iyilik ve güzellikti. Siyahsa... Tam zıttıydı işte. Ben bunların tam zıttı mıydım? Evet, sanırım öyleydim...

Sonra birer birer hissettim her şeyi. Genzime bayramı yaşatan kokuyu, altımdaki yumuşak zemini ve alnımdaki sızıyı. Bunlar ölmediğim anlamına gelirdi değil mi? Ölen insan hissetmezdi. Ya da hisseder miydi? Ben bilemiyorum, daha önce hiç ölmedim ki ben... Gerçi ruhun ölmesi de ölmeye dahilse o zaman iş değişebilirdi.

"Eslem?" diye bir ses doldu kulaklarıma. O an ismim ne ara bu kadar güzelleşti diye düşündüm kendi kendime. On dokuz yıllık hayatımda, ismimi hiç bu kadar güzel görmemiştim. Hiç bu kadar naif, hiç bu kadar yumuşak...

"Eslem?" dediğini duydum tekrar ve anladım ki güzel olan benim ismim değil, güzel olan onun seslenişiydi, onun sesiydi, güzel olan oydu. Her şeyiyle.

"Eymen?" dedim çatlak çıkan sesimle fakat benim sesim eğreti ve çirkin durmuştu onun yanında. İsminin büyüsünü bozuvermişti sanki seslenişim. Onun da hoşuna gitmemiş miydi acaba?

Kendimi zorlayarak göz kapaklarımı ağır ağır açtım. Birden gözlerime dolan ışık huzmeleri yüzünden kaşlarımı çatıp içindeki her bir damarın ayrı ayrı yandığı gözlerimi kırpıştırdım. Karşımdaki Eymen'in rahatlamış ifadesini görünce gülümsemek ve iyi olduğumu söylemek istedim fakat boğazımın kuruluğu buna engel olmuştu. "Su." dedim bu yüzden zar zor, ateşi çıkan küçük bir çocuk gibi.

İsteğimle yerinden fırladığında Eymen'in dairesinde, onun yatağında olduğumu fark ettim. En güzel, en pahalı parfümden bile daha hoş olan kokunun kaynağını anlamış ve daha da huzurla dolmuş oldum böylece. Gözlerim ışığa alışsa da zihnim hala yavaş işliyor, olanları hatırlamakta zorluk çekiyordum. Sonra hatırlamaya çalışmayı boş verip hala hayatta olduğum gerçeğine döndüm.

"Ölmemişim." dedim içeri giren Eymen'e ve sonra elindeki suyu alıp boğazımı acıtmasına rağmen birkaç yudum aldım. Bardağı elimden alıp başucundaki komodine koyduktan sonra yatağın ucuna oturup buruk bir tebessümle bana baktı. Öyle bakma be çocuk, yemin ediyorum ağlarım...

"Ölmedin tabii. Kim alnındaki bir sıyrıkla ölmüş?" dedi gözlerine ulaşmayan bir gülmeyle. Bu sorusu üzerine olanları bir bir hatırladım ve yerimde doğrularak sırtımı yatak başlığına yasladım. Yere düştüğümde ve gözlerim karardığında duyduğum iki el silah sesinden biri veya her ikisi bana isabet etmiş, henüz şok yüzünden hissedemiyorum zannetmiştim. Fakat yalnızca düşmenin etkisiyle alnım sıyrılmış olmalıydı. Orayı da elimle yokladığımda çoktan pamuk ve yara bandıyla halledildiğini gördüm ve Eymen'e minnetle gülümsedim.

"Buraya nasıl geldik?" dedim, o kısımları hatırlayamıyordum.

"Polisler silah sesini işitip gelmeden seni kucaklayıp oradan kaçırdım ve bir taksi çevirip eve getirdim. Hala baygındın ve sırılsıklamdın. Üzerini değişip pansumanını yaptım." dediğinde gözlerimi büyütüp ona baktım.

Sen AğlamaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin