9. BÖLÜM: KAHVALTI

687 58 8
                                    

Yarım yamalak bir uykunun ardından kendimi sokağa attım, sahile oldukça ters bir mesafede yavaş yavaş yürüdükten sonra bana cevap bile vermeyen Maserati'nin yanına doğru yol aldım. Telefon yanımdaydı, mesajları sık sık kontrol ediyordum ancak görüldü bildirimi bile gelmediği için görmemesinden korkuyordum. Buluşma saatinden on üç dakika önce boş bulduğum için sevindiğim banka oturup denizden gelen o güzel kokuyu içime çektim.

Dakikalar geçiyordu. Ben kafamdaki sorularla cebelleşiyordum ama kimse soru işaretlerimi yanıtlayabilecek o adam hakkında bilgi sahibi olamıyordu.

Yeniden buluşmak istemek saçmalıktı.

Eda, sen ne zaman bu kadar delirdin ha kuzum?

"Erkencisin." sesiyle sıçradım. Gelmişti. Bankın hemen arkasında duruyordu ve denizi andıran gözleriyle beni süzüyordu. Ancak bu deniz daha çok güneşliydi, şimdiki gibi kasvetli bir hava yansıtmıyordu.

Üzerinde yine bir deri ceket, içinde gözleriyle aynı renk mavi bir tişört, altındaysa siyaha çalan koyu renkli bir kot vardı. Ellerinin ikisi de cebinde, yüzünde sırıtan bir ifadeyle bana bakıyordu.

Öyle bakarsan senden korkamam ki.

"Kalk hadi, kahvaltı yapalım. Sabahın bu saatinde buluşmak istemişsin ama aç olacağımı hesap edip bir şeyler hazırlamamışsın."

Göz devirerek yerimden kalktım. Onunla bir yere gitmek istemiyordum ancak ısrarcı olacağını, hatta beni yeniden kaçırabileceğini düşünerek atmosferi bozmamak için çabalıyordum. Bu nedenle birkaç adımda bankın arkasına geçtim ve yürümesi için ona elimle yolu gösterdim.

Sahil yolundan karşıya geçtikten sonra gördüğümüz ilk binanın üst katına çıktık. Buradaki mekana zaman zaman geldiğim ve yerimizden çok da uzaklaşmadığımız için şanslı hissediyordum. Denizi gören bir masaya oturduktan sonra pek de kalabalık olmayan bir köşede iki kahvaltı tabağı ve çay söyledik. Garson kızın gülümsemesi bile beni rahatlatamadı.

"Seni dinliyorum." dedi. O sırada cebinden bir sigara çıkarmış ve dudaklarının arasına yerleştirmeden hemen önce bana da ikram etmişti. Her ikimiz de sigaralarımızı yaktıktan sonra derin bir nefes alıp gözlerimi üstüne diktim.

"Senin anlatman gerekmiyor mu? Telefonuma yaptığın şeyler ne demek oluyor, turnuvadan nasıl haberin oldu, evimi nasıl buldun, benden ne istiyorsun?"

Sıraladığım sorular karşısında çok da ciddi olmayan bir tavırla koltuğunda yayıldı. Beyaz duvarları içeriyi aydınlık gösteren, masamızın yanında boydan pimapen olan bu mekana biraz göz attı. Kolundaki o son teknoloji saatten bir şeye bakarken de beni yanıtladı.

"Senden bir şey istediğim yok. Tanışmamız bir tesadüftü, seni bu kadar etkileyeceğimi düşünmedim."

"Etkilenmedim zaten." derken başını sallayıp gözlerime baktı. Sigarasının dumanını üfledikten sonra masaya yaklaşıp özel alanımı ihlal etti.

"Evet, korkuttum. Bunu istememiştim."

Bu kez ciddi duruyordu.

"Bana açıklama borçlusun, değil misin?"

Biraz olsun geriye çekilmediği için ben de masada ona doğru yaklaşmıştım. Ancak esen rüzgar bana onun tanıdık kokusunu getirdiğinde yanlışlıkla derin bir nefes aldım. Adam çok güzel kokuyordu. Hatta bu koku alışık olduğum kadar sert değildi. Karameli veya vanilyayı andıran, belki benim de kullanmak isteyeceğim bir partim gibiydi. Dikkatimin dağılmasına izin veremeye çalışırken masaya gelen garson ayrılmamızı sağladı.

Çaylar önden geldiği için teşekkürlerimizi iletip arkamıza yaslandık. Ben elimdeki sigaranın külünü çırparken o da beni izliyordu.

"Eda," dedi sakince. "Sana istediğin her bilgiyi veremem. Her istediğinde de seninle görüşemem."

Yaptığı itham beni daha çok sinirlendirdi. Sanki peşinden koşuyormuşum da o bana yüz vermiyormuş gibi bir tavrı vardı. Sanırsınız yıllardır ona platoniğim, o da sevgilisinden yeni ayrıldığı için ilişki istemeyen kalbi kırık bir adam.

"Yapma şunu. Öyle bakma."

"Nasıl bakıyorum ki?" diye sordum.

"Güzel bakmadığın kesin."

Bakışlarımı denize çevirdim ve açık camdan gelen rüzgarın saçlarımı dağıtmasına izin verdim.

"Gerçekten bir doktorum ancak teknolojiye yatkınlığım var. Çalıştığım kurumda insanlar üzerinde bazı araştırmalar yapıyorum. Adımı Maserati diye kaydetmişsin ama düzeltebilirsin, ismim Miraç."

Doğru söylüyor gibi duruyordu. Adını paylaşması biraz olsun beni rahatlatırken söyleyecek yeni bir şey bulamadım. Aslında konuşacak çok şey vardı ama nasıl dile getireceğimi bilmiyordum. Zaten tam o sırada masaya dolu dolu iki tane kahvaltı tabağı gelmişti. Bu kez yalnızca Miraç teşekkür etti.

Sessiz bir şekilde kahvaltı yapmaya başladık çünkü ben de çok acıkmıştım. Bir yandan işi hakkındaki şeyleri düşünürken diğer yandan konuşmaya nereden başlayacağımı sorguluyordum.

"Artık seninle görüşmek istemiyorum." dedim bir anda. "Eski telefonumu geri verip bunu al." Masaya koyduğum telefonu ona doğru kaydırdım. Elimi tutmasını beklememiştim ki, sıcaklığı içimi ürpertti.

Masaya ne kadar yakın olduğumu bilmiyordum ancak o da yaklaşınca aramızdaki mesafe oldukça aza indi. Göz bebeğinin içinde kendimi görebiliyordum.

"Sakin ol." dedi. Sakindim ama bu ses tonu beni istemsizce daha çok sakinleştirdi. Elimin üzerindeki parmakları sakince beni okşarken kasıklarımda bir titreme oluştu. Geri çekilmedim. Bundan rahatsızlık bile duymamak beni delirtti ama yine de uzaklaşamadım. Bir bilgisayar olsaydım beni hacklediğinden şüphe ederdim. "Sana asla zarar vermem."

Yutkundum. Dilim damağıma yapışırken kalbimin atışlarının değiştiğini biliyordum. Gerçekten zarar verip vermeyeceğini bile sorgulayamadım çünkü geçmiş hayatımda o kadar kırılmıştım ki bir başkasının bana zarar vermeyeceğini söylemesi içimdeki yaralı kız çocuğunu mutlu ediyordu. Gözlerinde yalana dair bir kırıntı bile bulamadım.

"Şimdi, lütfen..." dedi. "Senin hayatına girmeme izin ver. Çünkü kendine öyle çekiyorsun ki, senden uzaklaşmamak için her şeyi yapabilecek gibi hissediyorum."

OYUN KAMPI: TURNUVA (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin