Akşamın bir vakti gelmiz olmamızdan ötürü odalarımıza çıkmıştık. Aslına bakılırsa herkesin kendine özel odasının bulunduğu geniş bir kattaydım. Liderimiz Trafo'nun dediğine göre bina aslında 88 katlıymış. En üst katların 3 tanesi oyun kuruculara aitmiş ama onları görmemiz imkansızmış çünkü kullandıkları giriş, katlar ve asansörler bile farklıymış. Girişteki 2 kat hastane olarak, daha üstlerinde çalışanlar, aradaki katlarda oyuncular ve ekipleri yer alıyormuş. Oyun kurucuların altında da liderler ve onların liderleri. Yani, yapboz gibi bir bina. Çok düzenli.
Genel bilgileri almıştık ki bunlar sabah kahvaltılarının 8'de yapılması, öğle yemeklerinin 1'de yenmesi, akşam yemeklerinin de 7'de olmasıydı. Her gün almamız gereken bazı tabletler varmış ki bunlar vitamin takviyesiymiş. Yapay zekalarda haftada bir check up yaptırıp sağlık durumumuz ölçülüyormuş. Tekrar ediyorum, çok düzenli.
Hiç benlik değil.
Lider Trafo, simülasyon ve diğer olaylar yarın kahvaltıdan sonra uygulamalı olarak gösterileceği için dinlenmemi söyledi. Ayrıca en büyük iş, her zaman oyuncu isimlerimizle konuşmaya çalışmamızdan geliyordu. Berk'e Rapsodi, Ceren'e Luna demek öyle tuhaftı ki.
"Oyun dışına çıktığınız gün içerideki rekabetin dışarıya taşınmaması, özel hayatınızı koruyabilmeniz için kullanıcı adları çok önemli. Mümkünse kendinizi yansıtmayan, sizin bulunmanızı zorlaştıran isimler bulun."
Biz ne yaptık? Şşşş.
"Burası senin odan. Sağında Archangel kalıyor, uzman bir oyuncudur. Merak ettiğin şeyleri ona da sorabilirsin ama yenilere pek iyi bakmaz. Karşındaki odada da Mirket var."
"Mirket mi?" dedim istemsizce. Uzun boylu, aslında harika bir yüzü olmasına rağmen küçük göbeğiyle dikkat çeken lider de söylediğim şeyi duyarak bıyık altından güldü. Bu esnada kıvrılan dudaklarında alay sezmiştim ama uzanıp dokunmatik ekranda bir şeylere bastı. Ne? Kapı dokunmatik mi açılıyor?
"Acucunu bastır." dediğinde istediğini yaptım. Bunu üç kez tekrarladıktan sonra da kapı beni tanıdı, emin olmak amacıyla bir kez daha avucumu okumak istedi ve açıldı.
"İyi geceler, Aura." demişti Trafo giderken. Ona cevap verip içeri girdikten sonra odaya göz attım. Her şey yerli yerinde ve mükemmel duruyordu. Yanar döner ışıklı ledlerle kaplanmıştı tavan, mor ve kırmızı. Oyun Kampı'nın reklamlarda kullandıkları renkler olduğu için yadırgamayarak içeri geçtim. Elimdeki çantayı kapıya bırakıp minik evime baktım.
Tek katlıydı ama dışarıda satmaya çalışsak en az bir milyon ederdi. Duşu efsaneydi, banyodan yalnızca bir camla ayrılıyordu. Maalesed küvet keyfi yoktu ama şu banyoda işemek hile keyifti. Yerler koyu gri parkelerle kaplanmıştı, musluk karesel şekildeydi, aynanın üstünde leke bile yoktu.
Yatak odası daha standarttı. Çift kişilik yatak, iki komidin, geniş bir gardrop ki içinde OYUN KAMPI yazan siyah bir eşofman tulum vardı. Bir dakika, çekmecelerde neden kondom var?
Kapı tıklanınca yerimden ayrılıp kapıya yöneldim ama nerede olursanız olun içinizden gelen "Kim o?" diye sorma isteğini baskılayamayacağımı sanmıştım. Neyse ki kapının yanında otomatik açılan bir kamera vardı da bana kimin geldiğini göstererek bu azaptan kurtarmıştı.
Adamı tanımıyordum, binada ismen bildiğim 1, cidden tanıdığım 2 kişi vardı. Kapıyı açıp bakarken karşımda sırıtarak duran adama baktım. Beni es geçip içeri geçerken de neden tişörtü olmadığını sorguladım. İnşallah yanlış gelmemiştir, maşallah beyimiz çok yakışıklıymış.
"Sen yeniymişsin, Aura mıydı? Ben Archangel." diyerek karşılıklı duran iki oyun sandalyesinden birine yerleşti. Komşum bu adamsa kimse benden evde kalmamı beklemesin...
"Evet." dedim doğruca. Adam hiç kötü muamele yapacak birine benzemiyordu. Yayılarak oturdu bir süre, sanırım bana bakıyordu ama oralı olmadım. Yani başıma gelen gelene kardeşim, dümdüz insanım. Ne var uzun uzun bakacak?
"Aklın varken geri çekil." dedi. Tehdit mi ediyordu? Lan! "Senin için söylüyorum. Kamp göründüğü kadar masum bir yer değil."
Ama benim içime kurt düşer...
"Ne demek istiyorsun?"
Yerinde bir kez döndü, sandalye üzerinden kalkıp karşıma geçti. Hatta öyle geçti ki dibime girmiş kadar oldu. Topuz yaptığım saçımdan çıkardığım o saç tutamını alıp kulağımın arkasına sıkıştırırken tenim karıncalanmıştı.
"Uslu bir kız olmanı söylüyorum." dedi. Sanırım öpmek için yaklaşıyordu. Geri çekildim.
"Niye, Şirinler'i mi görürüm?"
Az önce beni öpmesine izin vermediğim için bozulan ama ısrarcı olmayan tavrı yüzünden aramızda bir takım buzlar oluştu. İstediği oyuncu olabilirdi, ben istemezsem beni kimse öpemezdi. Hem... Hem bu şey anlamsız olarak içimde bir suçluluk duygusu yeşertti.
"Çık odamdan." dedim bana cevap vermeden. Tek söylediği şey pişman olacağımdı.
Aynen yavrum, aynen.
Ve sen, Miraç. Lütfen artık çık aklımdan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUN KAMPI: TURNUVA (+18)
ActionAura, henüz kampa katılmadan önce bile bir şeyler olacağını seziyordu. Ancak bu kadarını kimse tahmin edememişti. Oyundaki botlar, aslında sonsuza dek uykuya yatırılmış gerçek insanlardı ve sahte oyun kurucularla gerçek oyunkurucu arasında büyük bi...