"Bence denemeliyiz." dedi Berk. "İnan bana hiç oyun oynamadığınız için böyle ön yargılısınız. Milyonlarca insan oyun oynuyor saatlerce, hem de her gün. Sizce eğlenceli olmasa kim oynar?"
"Saçma salak konuşma. Bana gösterdiği örneğe bak." Elimdeki kahveden hızlı bir yudum alırken ağzım yanmıştı ama oralı olmadım. "Bir kere... Eğer tüm oyuncular senin gibiyse sıçtık zaten. Bugüne kadar oynamamam en doğru hareket olmuş."
Aslında haklı olduğunu biliyordum ama bir şekilde bu oyun işine güvenemiyordum. Sonuçta adamlar tamamen sanal bir platformda yalnızca kendi istedikleri oyunculara kazandırabilirlerdi. Peki ya biz? Eli boş dönüp vakit kaybedeceğimizden emindim.
"Bak üç ayrı şekilde başvuru yapıyorum." dedi Ceren. İkisi de beni duymamış gibiydi. Ceren, bu evde yaşamaya devam edebilmemiz için bir şekilde bu oyunun bize Allah tarafından gönderildiğine inanıyordu.
"Birincide Berk oyuncu, biz yardımcı; ikincide ben oyuncu, siz yardımcı; üçüncüde sen oyuncu, biz yardımcı. Zaten üç gün içinde geri dönüş yapacaklarmış. Olmadı girer bir işe bakarız, tamam mı?"
Oflayarak üst üste attığım bacaklarımı sallamaya devam ettim. Sonra da bir hışımla kahveden alabileceğim en büyük yudumu aldım. "Ben çıkacağım biraz." Zaten saat o kadar da geç değildi, yeni akşam olmuştu. Biraz sahil yürüyüşünün fena olmayacağından adım kadar emindim.
"Tamam."
Bardağı mutfak tezgahının üstüne bıraktıktan sonra hızlıca giyinip anahtarı cebime attım. Bir şekilde para kazanmam ve hayatımı yaşamaya başlamam gerekiyordu ancak kazandığım her para bir şekilde kayboluyordu. Yani, çalınmıyordu. Mühendislik öğrencisi olmak yeterince zor değilmiş gibi bir de evde sürekli bir şeyler bozuluyordu. Babam ara ara para gönderse de sonradan çok laflandığı için arayıp yardım istemeye gururum el vermiyordu.
Zaten İstanbul'a okumaya gelen aklımı... Neyse, küfür yok.
Karşıdan karşıya geçip sahil yoluna ulaştığımda telefona kulaklığı takıp yürümeye başladım. En sevdiğim yer yaklaşık beş yüz metre ileride sürekli oturduğum bir banktı. Yani kim bankta oturup denizi izlemeyi sevmezdi ki? Küçük karasal şehirden kalkıp da İstanbul'a deniz aşkıyla gelince en fazla bu kadarını yapabiliyordum.
Param yoktu.
Para kazanmam lazımdı.
Ama daha kötüsü, favori bankım bir adam tarafından ele geçirilmişti!
Kulaklığın tekini çıkarırken deri ceketinin içine beyaz bir tişört giymiş olan adama baktım. Eliyle boş kısmı göstererek "Tabi." demişti. Ancak üzerimde gereğinden fazla gezinen gözleri ona ters bir bakış atmama neden olmuştu.
Neden bu kadar yakışıklıydı peki? Nereden baksak benden en az beş yaş büyük gibi duruyordu. Sakalları öyle düzen içindeydi ki bakımlı biri olduğu açıktı. Doğrudan yüzüne uzun süre bakamayacağım için biçimli bacaklarına, hatta ince ve uzun ellerine baktım. Etkilenmiştim. Allah neler neler yaratıyordu.
Yine de bu banktan kalkması için her türlü psikolojik baskıyı yapmaya hazır mıydım? EVET.
"Çok güzel değil mi?" diye sorduğunda başımı denize doğru çevirdim. Kulaklığın tekini yerine takmadığım için oldukça rahat bir şekilde duymuştum ama yanıt vermedim. Yalnızca yarım ayın yansımasını, güneşin ortadan kaybolarak yerini karanlığa bırakmasını izliyordum.
"Konuşmayı sevmiyorsun sanırım?"
Derin ve sesli bir nefes aldım. Bu, sus artık demekti. Ancak istediğim gibi olmadı. Adam geriye yaslanırken kollarını iki tarafa doğru açmış, bir nevi bana temas etmeden sarılarak oturmaya başlamıştı.
Siktiğimin yavşağına bakın hele.
Telefonumu elime alıp varlığını yok sayarak yeni bir müziğe geçiyordum ki "Bekle." dedi. Yalnızca refleks olarak durup ona baktığımda muzip bir gülümseme lütfetti. Sonra telefonunu çıkarıp kendi müzik uygulamasına girdi, ardından açtığı müzik benim telefonumda, benim kulaklığımda çalmaya başladı.
Bunu nasıl yaptığını bilmiyordum ama ağzım açık bir şekilde ona bakmıştım. "Biraz sakinleşirsin belki." diyerek yerinden kalkıyordu ki aniden koluna asılmam yerine oturmasına neden oldu.
"Sen... Hacker falan mısın? Nasıl yaptın?"
Bir yandan müzik kulağımı dolduruyordu ama çalan melodi düşündüğüm son şey bile değildi.
"Demek konuşabiliyormuşsun. Güzel." Arkasına geri yaslandığında etkileyici ama bir o kadar sinsi bir planın ortasında olduğumu anladım. Zaten gitmeyecekmiş ki, boşuna tutmuşum onu. Bir bahane bulup geri gelecek, benimle konuşmak için yeni bir yol deneyecekti. Oyun oynuyordu ama oyun nasıl güzel, nasıl güzel.
"Kimsin sen?" dedim bu kez. "Üstelik bunu nasıl yaptın?"
Dudakları tek tarafa doğru kıvrıldığında yanağındaki gamze dikkatimi çekti, uzun ve oldukça güzel duruyordu. Belki sakalları olmasa daha net görebilirdim ancak maalesef ki vardı. Neredeyse gri diyebileceğim kadar tuhaf renkteki mavi gözlerinin esaretinde kalan bakışlarının beni çeken asıl şey olduğunu anladım.
"Bu bir meslek sırrı." dedi. "Bana istediğin şekilde hitap edebilirsin."
"Geç şu bad boy ayaklarını. Adın ne?"
"Adımı sen koy."
Gözlerimi devirip pes ederek denize doğru bakmaya başladım. İşte, bir erkekten kaçmak yerine onu kovalayınca böyle bir yerleri kalkıyordu. Sonra gözümü birkaç saniye kapatıp nakarat kısmına gelen müziği dinledim. Hangi grup olduğunu dehşet merak ediyordum çünkü ben genelde sözsüz müzik dinlemeyi tercih etmezdim. İlk konuşan o olsun diye susmak zorunda kaldım.
"Sakinleştiriyor mu bari?" diye sordu. Müzikten bahsettiğini biliyordum ama duygu durumlarım karışık olduğu için dürüst olmaya karar verdim.
"Bilmiyorum."
"Aslına bakarsan..." Cümlenin devamı gelsin diye ona döndüm. "Ben seni sakinleştirecek mükemmel bir şey biliyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUN KAMPI: TURNUVA (+18)
AçãoAura, henüz kampa katılmadan önce bile bir şeyler olacağını seziyordu. Ancak bu kadarını kimse tahmin edememişti. Oyundaki botlar, aslında sonsuza dek uykuya yatırılmış gerçek insanlardı ve sahte oyun kurucularla gerçek oyunkurucu arasında büyük bi...