"Merhaba, ben Lila Rossi, okula yeni geldim." Bana uzattığı bakımlı eline baktım. Elimi uzatıp, "Marinette." dediğimde elini sıkmış, ufaktan gülümsemiştim. "Memnun oldum Lila. Yüzüğü nerede buldun?"
"Üst katta tarih kitaplarının arasında buldum. Görevliye teslim edecektim," Çekik yeşil gözlerini Adrien'a çevirdi. "fakat Adrien'ın yüzüğü olduğunu fark ettiğimde ona teslim ettim." Kaşlarım havaya kalktı. "Tanışıyor musunuz?"
"Hayır, sadece kim Gabriel Agreste'in oğlu Adrien Agreste'i tanımaz ki?" Ellerini iki yana açıp gözlerime baktığında gülümsemeye çalıştım. Sen tanımamıştın Marinette.
"Lila, yüzüğüm için tekrar teşekkür ederim." Adrien'ın mutlu suratına baktığımda dudaklarıma kıvrım yerleşti. Bir çocuk gibi sevmişti. Gülen suratımla Lila'ya döndüm, "Bizimle sanat galerisine gel. Sana okulu da tanıtmış olurum." dediğimde ellerim alnımı kaşındıran kâküllerimi buldu. Lila'nın da kâkülleri vardı fakat onunkiler kaşlarını kapatacak kadar uzun ve düzdü. Benim kâküllerim şekilsizdi ve düz durmuyordu.
"Gelmeyi çok isterdim fakat gitmem gerekiyor. Kütüphaneye ders kitaplarımı almak için gelmiştim." Gözleri Adrien'a kaydı, "Pazartesi buluşabiliriz."
"Peki," deyip tek kaşımı kaldırdım. Lila bir prenses gibi yanımızdan ayrıldığında başımı kaldırıp Adrien'a baktım. Saçlarının arasındaki çiçekli taç düşecek gibi duruyordu.
Gülerek, "Tacını düşeceksin prens." dedim, adımlarımız kütüphane çıkışına ilerlerken bana yandan bir bakış attı. Elleriyle tacı düzeltirken, "Prensesimi bulmadığım sürece ben de prens sayılmam." dedi, sözleri ondan gözlerimi kaçırmama neden oldu. Kara Kedi bana prenses diyordu. Eğer Adrien'ın düşüncelerini bilseydi yine bana prenses der miydi? Bana prenses demesi için bir prense ihtiyacım vardı. Tabii Kara Kedi bu düşünce yapısını bilmediği için bana prenses demeye devam edecekti. Adrien'ın bana aktardığı prens ve prenses olayı hoşuma gitmişti.
"Bu yolculukta sana iyi şanslar." Bol bağladığım için bileğimde dönen şanslı bilekliğimi salladım. "Neyse ki benim şanslı tılsımım var." Gözleri bilekliğime kaydığında tek kaşını kaldırdı. "Şanslı tılsım mı?"
"Evet, Uğur Böceği'nin gücü gibi olmasa da bana şans veren bilekliğim." Parmaklarım bilekliğin taşlarında dolaştı. "Eğer şansım varsa prensim beni hızlıca bulur."
"Prenses mi olmak istiyorsun?" diye sormasını beklemediğim için duraksadım. Birlikte sanat galerisine girdiğimizde girişe koyulan yapay mankenin üzerindeki parça geçen sene tek başıma uğraştığım puantiyeli elbiseydi. Elbisenin sanat galerisine olmasın nedeni karama karışık boyalarla boyanmış olduğuydu.
Adrien'a cevap vermem gerekiyordu fakat ne diyeceğimi bilmiyordum. Bu yüzden susmuştum. Farklı bir konu açma adına, "Lila ile karşılaştığın için şanslısın." diye ona bakmadan söylendim. Gözlerim Mylene ve başka sınıftaki öğrencilerle yaptığı kağıtla yapılmış eşyalarda dolaşıyordu. İçlerinde en güzel olanı Louvre Müzesi maketiydi.
"Evet, senin gibi şanlı tılsımım olmasa da insanı hayat bazen şaşırtabiliyor."
"Evet," Gözlerimi ona çevrildiğimde bakışlarını bana çevrirdi. "Eğer şansa ihtiyacın varsa neden benimki gibi kendine bileklik yapmıyorsun?"
"Buna gerçekten inanıyor musun?" dedi kaşlarını kaldırarak. Yürümeyi kesip ona vücudumu döndüm. "Elbette inanıyorum, umutsuz yaşamaktan iyidir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lain: Güçlerin Hükmü (Ⅰ. Kitap) | Miraculous
Fanfiction2021 Wattys Ödülleri Yarı Finalisti Lain Serisi Ⅰ #marichat Hayatımda mutluluk duyduğum biriyle bağ kurdum. O bağ bir gün benden koptu. İçimde bilmediğim ayrılığın ateşinde yanarken bir güne uyandım. O kahramanın yerine geçtim; Kalbimi hızlandıran...