Routhelia... Görkemli gezegen. Hayalleri süsleyecek kadar muhteşem ancak sakladığı karanlık ise... Son derece tehlikeli.
Ashriel ve Elismera'nın Crysea Hanedanı'ndaki malikânelerine vardığımızda Ashriel'in tüyler ürperten öfkesi sanki bir siluete sahipti ve boğazıma sarılan elleri nefesimi kesmeye çalışıyordu. Buraya gelmemi istemediğini biliyordum. Buraya gelmemin mantıklı bir yanı yoktu ama uzun uykusundan sıyrılan güçlerim, yani tüm benliğim Routh'a olan ihtiyacımın en hat safhaya ulaşmasını sağlarken ondan uzak durmam kabul edilemezdi.
Routh bitkindi. Dünya'da olduğumuz zaman diliminde bu kadar dayanabilmesinin sebebi bile benden beslenmiş olmasaydı. Aksi takdirde buraya daha erken dönmemiz gerekebilirdi.
"Sen biraz dinlen," dedi Ashriel. Görünüşte dostane ancak görünenin arkasında uyarı dolu bir tavırla omuzuma hafifçe vurdu. "Routh'u Liel'in yanına götürmeye karar verdik. Beslenmesini engelleyen büyü hakkında konuşacağız, belki Liel bir şeyler bulur ve sen de burada kalmak zorunda olmazsın."
Bir adım geri çekilere omuzumdaki elinden kurtuldum. Kanatlarımı iki yana açarak gerindim. "Bak Ash," derken kanatlarımı sırtımda topladım. Göz ucuyla mutfağa giriş yapmakta olan Elismera ve Routh'a baktım. "Buraya yalnızca o beslenebilsin diye gelmedim. Eğer derdim yalnızca bu olsaydı, Dünya'da kalmaya devam eder ve Routh ihtiyaç duydukça buraya gelirdim. Sen de çok iyi biliyorsun ki artık ondan uzak kalamam."
Ashriel kaşlarını çattı. "O benim kızım ve sen de benim kardeşimsin! Senden yüzlerce yıl küçük o! Aranızda ruh bağı olmasaydı..." demişti ki, onu böldüm. "Sakın devam etme Ashriel. Her şeyin farkındayım. Manevi bağların da farkındayım ama yapabilecek bir şeyim yok! Bunu ben seçmedim! Henüz Elismera hamileyken bile bir şeyler değişiyordu. Hiçbirimiz gelen şeyi göremedik. Beklediğim ruh eşinin Routh olmasını ben istemedim ama kader denilen o saçmalık bana hareket çekip duruyor!"
Ashriel'in gözlerinin rengi koyulaşırken ve siyahlık gözlerimin beyazını yutarken malikânenin zemini titremeye başlamıştı. Harekete geçmeye can atan güçlerim ortaya çıkmaya başlamıştı yavaş yavaş. Ashriel avucunda oluşan güç topunu bana doğru savurarak sütunlardan birine çarpmama sebep olacakken güçlerimi kullanarak oluşturduğum kalkanım beni darbeden korumuştu.
Elismera'nın sesi kulaklarıma ulaştı. "Burada neler oluyor?"
Routh hemen annesinin yanında duruyordu. Bakışlarındaki korkuyu görmemek mümkün değildi. Zihnime ulaşmaya çalışıyordu. Buna izin veremezdim. Şu anda öfke doluydum. Asırlardır tam gücümü hiç kullanmamıştım. Gücün ahenkli lezzeti damağımda hoş bir tar bırakacak kadar somuttu sanki.
Kanatlarımı ve kollarımı iki yana açtım. Bedenimden yayılan saf ışığın farkındaydım. Malikânenin duvarları çatırdıyordu. Ayaklarımın altındaki zemin sanki dalgalanıyordu. Her şeyi hissedebiliyor gibiydim. Rüzgâr çevremde bir kasırga oluştururken Crysea denizi sanki emrimi bekliyordu. Wedian'ın Ateş Ormanı'ndaki yangınlar sanki parmak uçlarımda yeniden hayat buluyordu. Ashriel yeni bir darbe için hazırlanıyordu ancak yeterli vakti yoktu. Ash, daima denk olduğumuzu düşünmüştü. Güçlerim mühürlüyken bile ona yakındım ancak mühürler tuzla buz olduğunda ne olacağı tamamen bir sırdı.
Routh birden önümde belirdi. Bedenimden dalga dalga yayılan gücüm onun çevresinde dolandı. Routh elini kaldırıp göğsüme dokundu. Güçlü, iri gövdem sanki dokunuşu altında paramparça oluyordu. Sanki milyonlarca parçaya bölünüyordum. Sanki güçsüzleşiyordum. Sakinleşiyordum.
Zihnimde yağmurdan bir parça taşıyan sesini duydum. "Lucian... O senin dostun."
Gücüm yavaşça bedenime geri toplandı. Belki Ash'le olan çarpışmamız sonucunda kazanan bir taraf olmazdı ama ikimiz de çok fazla şey kaybedebilirdik.
Elismera, Ashriel'i yüksek tavanlı alandan uzaklaştırıp odalardan birine çekerken ben ve Routh orada öylece dikildik. Elimi tutarak zihnimdeki istilasını sürdürdü. "Benimle gel."
Birlikte geniş koridora, oradan da merdivenlere yöneldik. Routh'un odasına girdiğimizde hâlâ ne olduğunu ya da ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım. Az önce olanlar hakkında düşünmeye çakışıyor ancak kafamı bir türlü toparlayamıyordum. Ash, kızını korumak istiyordu ve öfkeliydi. Ben ise en iyi arkadaşıma ölümcül bir darbe göndermeye hazırlanmıştım. Evet, belki Ash ölmezdi ama dostluğumuz için aynı şeyi söyleyemezdim. Ash güç topunu bana fırlatırken bilinçaltında kendimi koruyacağımı biliyor olmalıydı. Öfkesinin kaynağı bendim ancak hedefi ben olmasam da bir şey değişmezdi. Yalnızca öfkesini kendi dışında bir şeye yönlendirmeliydi. Benim yapmak üzere olduğum ise düpedüz savaş girişimiydi.
Routh, "Kendini kontrol etmekte güçlük çekiyorsun," diye fısıldadı zihnime. "Çünkü yeterince güçlü değilsin."
İstemsizce güldüm. "Çok güçlüyüm. Fazla güçlüyüm."
"Sorun da bu. Bedeninin alışkın olduğu bir enerji değil bu. Annem durumundan biraz bahsetti. Evelyn'in önümde yaptığı deneyleri de göz önüne alarak bedeninin güçlerine uyum sağlaması için bir şey yapman gerektiğini düşünüyorum."
Merakla kaşlarımı çattım. "Anlamıyorum. Ne yapmalıyım?"
Routh, aydınlığın bir yansıması olan saçlarını bir omuzunda toplayarak boynunu açıkta bıraktı. Güzel kokusu beni çağırıyordu. Kalp atışlarını duyabiliyordum. Heyecanını ve korkusunu hissediyordum. Merak ve isteğini de.
Elini zarif bir tavırla ince boynunun yan tarafında gezdirdi. Parmaklarının geçtiği her yere öpücükler bırakmak ya da içgüdülerime kulak verip ondan beslenmek, onu yudum yudum tüketmek istiyordum.
Bana yaklaşıp bir elini omuzuma yerleştirdi. Başı yüzümün hemen yanındaydı. Routh, dudaklarını aralayarak bir gün için söyleyebileceği birkaç kelime hakkını tek bir kelime kullanarak tüketti. İhtiyaç dolu, talepkâr bir ses tonuydu kulağımın hemen dibindeki. "Lucian..."
Bütün bedenim sarsılmıştı adeta. Kullandığı yalnızca aramızdaki bağ değildi. Dişiliğini ön planda tutuyor, ihtiyacımı bir oyuna alet ediyordu.
Elimi beline yerleştirip onu kendime çektim. Elimi boynuna yerleştirip başparmağımla çenesini hafifçe kaldırdım ve parmağımı aşağı kaydırarak tenini okşadım. Nabzı avucumun altında delicesine bir ritme sahipti. Küçük kız kendi oyununda yenilmek üzereydi.
Kulağının dibine fısıldayarak konuştum. "Routh, boyundan büyük oyunlara kalkışıyorsun." Dudaklarımı tenine değdirdim. Routh'un güçsüzleştiğini hissedince onu iki kolumla sımsıkı tuttum ve kanatlarımı çevremize sardım.
Elini saçlarımın arasından geçirip hafifçe çekiştirince istemsizce inledim. Göz kapaklarım titreşerek kapanırlarken nefesimi serbest bıraktım. Dişlerim sivrileşmeye başlamışlardı. İrademin sınırındaydım.
Zihnimde yankılandı sesi. "Bu kadar mı korkaksın Lucian?"
Gülümseyerek gözlerimi açtım. Boynunu hafifçe sıkarak başını yana eğdim. Uyguladığım baskı onu bambaşka yerlere sürüklerken yeniden fısıldadım. "Yalnızca dokunuşumla bile kendinden geçiyorken bana kanını sunuyorsun, öyle mi? Ben seni yudum yudum tüketirken neler hissedeceğini bir düşün... Bununla başa çıkabileceğine emin misin?"
Kanatlarımı sırtımda toplayıp ondan uzaklaştığımda Routh neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette sendeledi ancak hemen sonra duruşunu dikleştirdi. Etkisinden sıyrılmam çok zordu ama hislerimi gizlemeye çalışmak kolaydı. Yani, kısmen kolaydı...
"Gitmeliyim," diyerek arkamı döndüm. Çok geçmeden kapıya ulaştım. Odadan çıkmadan hemen önce bir kez daha konuştum. "Beslenme önerisi için teşekkür ederim, Routh. Görüşmek üzere."
![](https://img.wattpad.com/cover/204150412-288-k802521.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Routhelia'nın Kalbi
Fantasía• Tamamlandı • • İmperium - II • Melek Dokunuşuna sahip bir İmperium, en kötüyü devirecekti. Kötülüğün ta kendisi olan Evelyn, bu kehaneti görmezden gelemezdi. Ölmemek için Melek Dokunuşu taşıyan tüm melezleri katletti. Biri hariç... Aradan bir ası...