16. • Ona Dokunma •

4.7K 541 185
                                    

Routh

Eski olduğu belli olan bir hançerin üzerinde dolaştırdım parmaklarımı. Sapı kırmızı taşlarla süslüydü ve hançerin keskin yüzeyine çok yakın işlenmiş yazılar dikkat çekiyordu. Bilmediğim bir dildeydi. Hemen yanında yıldız bıçaklar sıralanmıştı. Çok güzel görünüyorlardı. Kesici aletlere daima zaafım olmuştu ama hiçbir zaman kullanma şansı bulamamıştım. Duvarda asılı olan kılıç arkasındaki kırmızı kadife kumaş sayesinde daha da parlak görünmüştü. Kabzasına işlenmiş olan harfler, babam Ashriel'e ait olduğunu gösteriyordu. Ne tuhaf... Onu böylesine büyük bir kılıcı kullanırken görmek bana hiç yabancı gelmiyordu. Sanki her savaşına aşina olmuş gibiydim.

"Düşüncelerine hâkim olmalısın," diyerek içeri girdi aklımdan geçirdiğim adam. Gülümseyerek yanıma geldi. "Birileri seni duyabilir."

Gülümseyerek ona döndüm. Zihnimi kapatmam Evelyn'in beni hapis tuttuğu yerde yasaktı. Zorla edindirdiği bu alışkanlıktan vazgeçmeyi ben de çok istiyordum.

Kılıcın yanında asılı olan asalardan birini aldı eline. "Bu dostumuz Freya'ya aitti."

Adını duyduğum bir melezdi. Annemin söylediğine göre En belirgin özelliği hızlı uçabiliyor olmasıydı. O ve eşi Damien öncelerde babamla omuz omuza savaşırlarmış. Benim doğumumdan sonra annem ve babamdan ayrılmışlar. Kendi hayatlarına odaklanmışlardı.

Babam, asayı yerine bırakırken biraz önce dokunduğum hançeri işaret etti. "Onu bana Lucian hediye etmişti. Dünya'da savaşa girdiği bir kelt klanının hazinesine aitti." Hüzünle çevrelendi bakışları. "Ne yazık ki her savaş ganimeti bu kadar güzel olmuyor."

Yumuşak, kırmızı kadife yastığın üzerindeki hançerde beni çeken bir şeyler vardı. Çok... Güzeldi.

"İstersen senin olabilir."

Bakışlarımı hızla ona çevirdim. Kelimelerimi tükettiğimi fark edince konuşamadım. Gerçekten onu bana verir miydi?

"Evet, dediğim gibi," diyerek sessiz kelimelerimi duymuştu. "Alabilirsin"

Sakin kalmaya çalışarak ona sarıldım. Minnet duygumu bu şekilde ifade edebileceğimi umuyordum. Birden zihnimde tuhaf bir his oluştu. Bana ait olmayan görüntüler kafamın içine doluştu. Sanki başka birinin gözünden görüyor gibiydim.

İri bir bedene hapsolmuştum. Yürüyordum. Dört direkli bir karyolanın uçuşan tülleri görüş açıma giriyordu. Büyük, yüksek tavanlı bir odadaydım. Çaprazımdaki aynaya baktığımda Lucian'ı gördüm. Üzeri çıplaktı, altında yalnızca siyah bir kot pantolon vardı. Sırtımda bir dokunuş hissedince ürperdim. Kanatlarıma yaslanan sıcak bir beden... Benim kanatlarım yoktu, hayır. Lucian'ın kanatlarıydı. Aynaya dikkatle baktığımda hemen arkamda dikilmekte olan kadını gördüm, sarı uzun saçları ve bal rengi gözleri dikkatimi çeken ilk şeydi.

"Shannon..." diye yakındı Lucian. "Böyle anlaşmadık."

Birden kafamda korkunç bir acı hissettim. Görüntü silikleşirken zihnimde Lucian'ın sesi yankılandı. "Senin burada ne işin var Routh?"

Görüşüm normale döndüğünde yerde, babamın kolları arasındaydım. Beni kendime getirmeye çalışıyordu. "Routh, bebeğim..."

Gözlerimi birkaç kez açıp kapattım. Kendime geldiğimde babamın yardımıyla ayağa kalktım. Elimi şakağına değdirip zihnine odaklandım. "Shannon kim?"

Ashriel kaşlarını çattı. "Bu ismi nereden duydun?"

"İstemeden Lucian'ın zihnine girdim ve onu o kadınla gördüm."

Ashriel sıkıntılı bir halde, "Lucian ve o bir zamanlar beraberdi."

Darbe almış gibi sendeledim. Ondan uzaklaştım. Neden onun yanındaydı? Neden o kadar yakınlardı? Bu hoşuma gitmemişti, hayır. Bu beni çok rahatsız etmişti. Beni reddetmiş ve o kadına mı gitmişti? Ne için?

Silah odasının çıkışına yöneldiğimde babam seslendi. "Routh, dinle tatlım."

Ona doğru döndüm. İçimi rahatlatacak minicik bir şeye ihtiyacım vardı ve bunu vermesini umuyordum.

"Onlar ruh eşi olmasalar da çok uzun yıllar beraberlerdi Routh. Bunu kabullenmenin zor olduğunu anlayabiliyorum ama anlayışla karşılaman gerek."

Buna daha fazla katlanamayarak oradan ayrıldım. Demek eski âşıkla takılma modu açıktı Lucian'ın, öyle mi? Hah! Ne isterse onu yapabilirdi. Ona asla ihtiyacım yoktu!

Ama canını yakmak istiyordum...

~~~

Çift kanatlı kapı oluşturduğum sert rüzgârla açılırken içerideki Lucian ve Shannon şaşkın bakışlarını bana çevirmişti. Onları bulmam hiç zor olmamıştı. Sadece Lucian'a odaklanmış ve izini takip etmiştim. Liel'in koruması altında olan Shannon'un sinir bozucu kokusu tüm odaya yayılmıştı. Yüzümü tiksintiyle buruşturdum.

Shannon Lucian'dan uzaklaşarak öne çıkmıştı. "Demek Routh sensin." Hafifçe güldü. "Bu kadar çelimsiz olduğunu tahmin etmemiştim. Ayrıca... Kanatların nerede?"

"Buraya nasıl geldin?" diye sordu Lucian. Zihnime süzüldü usulca. "Buraya neden geldin?"

"Burada ne yaptığını sormaya geldim."

"Shannon ve benim... Biraz işimiz var. Evine dön Routh."

"Konuşamıyor musun?" diye sordu Shannon.

Onu önemsemeden yanından geçerek Lucian'a ulaştım. Arkamdaki -maalesef güzel olan- kadının varlığını yok saydım. Lucian'ın zihnine odaklanarak, "Ne yaptığını anlamadığımı mı sanıyorsun?" diye sordum. "Bilerek zihnimle oynadın ve sizi görmemi sağladın. Seni bulmamı kolaylaştırdın. Beni neden kendinden uzaklaştırmaya çalışıyorsun?"

Lucian beni zihninden def edip çevresine kalın duvarlar örerken öfkeyle konuştu. "Eğer Shannon'a gözlerinin önünde sahip olmamı istemiyorsan küçük kız, hemen buradan git. Aksi takdirde teşhircilikten hoşlanan yanımı sana sunmak zorunda kalacağım."

Shannon yanımdan geçerek Lucian'a yaklaştı. Lucian, kolunun onun beline sararken bana göz ucuyla baktı. Bakışları yanındaki kadının dudaklarına odaklandıklarında, "Hâlâ burada mısın?" diye sordu.

Sebebini tam olarak kavrayamadığım bir kalp kırıklığıyla oradan ayrıldım. Öfkem tüm gezegeni yakıp kül etmeye yeterdi ama ben zarar veremeyeceğim tek kişiyi, ruh eşimi yakıp kül etmek istiyordum.

Liel'in malikânesinin önüne çıktığımda uçarak önümden geçmekte olan bir İmperium'a az daha çarpacaktım. Dikey havalanıp tam önüme iniş yapan adam tek dizinin üzerindeydi ve gece mavisi kanatları yeşil çimlerle hoş bir uyum içerisindeydi. Doğrulup ayağa kalktığında kanatlarıyla aynı ton sahip gözleri benimkilere kenetlenmişti. Meraklı bakışlarını üzerimde dolaştırdı. Sonra elini uzatarak benimkini tutup öptü. "Merhaba leydim. Ben Crysea Haneda'ından Zarek. Sizi korkutmak istememiştim."

Elimi geri çektiğimde alnını gölgeleyen dağınık siyah saçlarını elleriyle düzelterek uçuşunda ona eşlik eden rüzgârın emaresini süpürmüş oldu. Başımı eğerek karşılık verdim. Tam yanından geçecekken kolumu tutarak beni durdurdu. "Lütfen bana adını söyle."

Zarek benden bir cevap beklerken kolumu elinden kurtarmamla ışık saçan bir güç topuyla uzağa savrularak yakınlardaki bir ağaca çarpması bir oldu. Ona öfkesini savuran kişiyi görmek için darbenin geldiği yöne baktığımda büyük kapının önünde tüm ihtişamıyla dikilmekte olan Lucian'ı gördüm. "Bir daha onu dokunursan Zarek, seni Ateş Orman'ına hapseder ve Gölge İblisleri'ne yem ederim!"

Routhelia'nın KalbiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin