Playlist: Bear's Den -Agape
9. Bölüm: Yangın
Gün, gecenin bıraktığı karanlığı delip geçercesine aydınlanırken, ben dizlerimdeki enkazın ağırlığıyla gözlerimi kapattım. Sevdiği kadın her kimse, onun için oldukça uzun bir süre gözyaşı dökmüş, sonrasında da sızmıştı. Onu; o sert, kendinden emin, güçlü adamı, ilk kez böyle görmüştüm. Çaresiz, kaybolmuş, sıkışmış...
Tıpkı, tıpkı benim gibi.
Salon o kadar sessizdi ki, nefes seslerini duyabiliyordum. Uykusunda neyle boğuşuyordu bilmiyorum ama sanki canı yanıyormuş gibi hızlı hızlı nefes alıp, ara ara inliyordu. Bir kaç kez de seslendi ama ne dediğini anlayamadım. Sanki, gitme diyor gibiydi.
Telefonunun alarm sesi yankılanırken gözlerimi araladım. Onu uyandırmadan kapatmak için hareket edecektim ki bir anda dizlerimde olan kafasını kaldırıp, gözlerini araladı. Yorgunluktan kapanmak üzere olan gözlerim gözleriyle buluştuğunda, kan kırmızısı damarların mavi-yeşil harenin içinde dağıldığını görmek kalbimin acısını daha da katlamıştı. Sanki mümkün gibi hep daha fazlasını hissediyordum. Onun acısı, benim acımı katlıyordu. Kimin için acı çektiği umrumda bile değildi, acı çekmesi yeterliydi benim dağılmam için. Onu acı çekerken görmek.
Elini, muhtemelen telefonunu bulmak uğruna koltuğa rastgele uzattığında koltuğun üzerindeki ceket yeri boylamıştı. Ona yardımcı olmak adına eğilip ceketi elime aldım ve cebindeki telefonu çıkartıp ona uzattım. Elimden aldığı telefonun alarmını kapatıp ayağa kalkarken bir daha bana dönmemişti. Koltuğa bıraktığım ceketini alıp omzuna gelişi güzel attıktan sonra sarsak adımlarla merdiven basamaklarına yürüdü. Trabzanlara tutunarak adımları her bir basamakta yankılanıp koca evi inletirken, gözlerimi kapatıp açtım. Ayağa kalkmak için yeltendiğim sırada dizlerimin boşaldığını hissettim. Bir anda titremeye başlamıştı. Gece boyu onu uyandırmamak adına milim kıpırdamadığımdan olsa gerek diz kapaklarım ve dizlerim tutulmuştu. Ha, şikayetçi de değildim ya o ayrı mevzu. Kırk yıl uyusa, ben bir kırk yıl daha saçlarını okşayıp uyuturdum onu.
Üst kata çıkmak için trabzanlara tutunmak zorunda kalmam bile o an umrumda değildi. Zihnim, kalbimdeki acıyı en azından fiziksel bir acıyla değiştirmiş olmanın sevincini kutluyordu.
Üst kata eriştiğimde kendi odama yönelecekken onun odasının önünde duraksadım. İlk kez bana kendini açmıştı, bundan sonra ne olurdu bilmiyorum ama bir daha yoluna çıkma kararı almayacaktım. Babam için girmiştim bu yola evet ama onun sevdiği kadın bir gün bir yerlerden çıkıp gelirse yolundaki taş olmayacaktım.
Daha fazla kapıda beklemeden kendi odama ilerledim. Üzerimdeki elbiseyle olduğu gibi yatağa uzanırken zihnimdeki seslerin susmasını ve sadece bir kaç saat uyumayı diledim.
🍀
3 saat önce kurduğum alarm belki de yarım saat sürmüş olan uykumdan uyandırırken sırılsıklam bir şekilde terlediğimi fark etmiştim. Üzerimdeki elbiseyi atıp yerine günlük bir pantolon ve tişört alıp duşa ilerledim. Su, tenimin üzerinden kayıp giderken yeniden gece geldi gözümün önüne. Doruk'un dizlerime yatıp ağlayışı, ona benzediğim için bana hesap soruşu. Sahi, bunu hiç düşünmemiştim. Ona mı benziyordum? Akif bey bana bu teklifi ilk yaptığında sebebini çok merak etmiştim ve bana bir sebebi var demişti. O sebep, bu muydu? Hangi baba oğluna böyle bir şey yapacak kadar kalpsiz olabilirdi? Bile isteye, acı çekeceğine emin olduğu halde nasıl aynı eve koyabildi ikimizi?
Derin bir nefes alıp suyu kapattım. Bu böyle olmayacaktı. Bu evlilik bitmeliydi. Ona en büyük acıyı benim silüetim verirken buna daha fazla devam edemezdim. Ben bir kez acıdan kahrolan bir adamın neler yapabileceğini görmüştüm. Bunu ona da yapamazdım. Hayatından çıkmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SYMPHONY
Short Story"Altı yıl, kendi hayatımı unutup ben seni yaşadım. Ha, bir gün böyle seninle evleneceğimi düşündüğümden de değil." Ağlamaya yakın gülümseme sundum ona. Omzumu silktim. "Belki bir gün karşılaşırız diye." İlk karşılaşmamız geldi aklıma. Söyledim dilim...