Bir masala inanmak o kadar güzeldi ki. Kafanın içinde dönen bir müziğin seni dansa kaldırması, saatlerce dans etmek, kuşku duymadan, korku duymadan, az sonra bir telefon gelecek ve hayatım paramparça olacak diye düşünmeden... Fazla değildi. Bundan ibaretti düşlerim. Onu sevmek bana yeterliydi. Sevilmeyi beklememiştim. Sadece kabul görmek istemiştim.Oysa bir gün kabul görmek için bu kadar çaba sarf edeceğimi bilseydim küçükken okuduğum tüm masal kitaplarını yakardım.
Babamın önceleri uyumam için mırıldandığı sesi, büyüdükçe uykumdan uyandırırken bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordum. Çocuktum ama hissedebiliyordum.
Hiçbir şey olması gerektiği gibi değildi.
Babam annemi çok sevmekten acıtırken, abim babamın karşısına geçip bağıra çağıra küfürler ederken ben yine bir merdiven basamağında babamın beni uyumadan önce son kez öpeceği o anı bekliyordum.
Sonra bir gün beklemeyi bıraktım.
Büyüdüm ve şuna inandım: Biz bir aile değildik.
Ama onlar öyle değildi. Doruk bu gerçeği ne kadar zamandır biliyordu bilmiyorum ama ailesini parçalamaya göze alacak kadar cesur değildi. Kardeşini, annesini bu masaldan uyandırmak isteyecek kadar kalpsiz değildi. Kendi kalbi o adama her baktığında paramparça olurken ve kendi benliğinden kaçmak için savaşırken ailesini hiç ardında bırakmamıştı.
Öyle ki işini bile sırf benim canım yandı diye ayırmıştı babasından.
İnsan sevdiklerini korurdu.
Gözlerimi kapattım. Hayır dedim bu kez, bu kez düşünmek yok. Onu affetmek için çabalayan yanımın elinden tutup Melisa'ya gelmiştim. Al, ben affedemiyorum bari sen affet demek istedim galiba bilmiyorum. Durumun ironikliği gülümsememe neden oldu.
Kafamı iki yana salladım.
Konu biz değildik. Konu O'ydu.
Kahve makinesinden bir ses yükseldiğinde onaylandığımı hissettim. Gözlerimi aralayıp önümdeki tepside duran iki bardağa uzandım. Kahve makinesinin haznesine uzanarak kahveleri bardaklara döktüm. Tepsiyi ellerime alırken derin bir nefes aldım. Adımlarım Melisa'nın görüş alanına girdiğinde, koltukta oturmuş öylece karşıya baktığını fark ettim.
"Nasılsın?" diye sordum, tepsideki kahveden birini önüne bırakırken.
Omuzlarını çekiştirdi. "Bilmem," dedi kahvesine uzanıp. "Nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyorum."
Kafamı salladım onaylarcasına. Kendi kahvemi tepsiyle birlikte alarak karşısında kalan tekli koltuğuma oturdum. "Doruk'la konuşmayı düşünüyor musun peki?"
Elindeki kahvede olan bakışlarını hızla bana çevirdi. "Asla." dedi, tereddüt bile etmeden.
Kuruyan dudağımı yalamak zorunda hissettim. O böyle yüzüme bakmaya devam ederken karşımda bambaşka bir silüet vardı sanki. Gözlerimi kapatıp açarak derin bir nefes verdim. "Neden?"
"Bana yalan söyledi." dedi, yüzüme dikkatlice bakmaya devam ederken. Haklıydı ve bunu o kadar iyi kullanıyordu ki, gülümsemeden edemedim.
Genetik.
Bakışlarım yeniden Melisa'ya döndüğünde hala bana baktığını fark ettim. Haklıydı ama bir yandan onu haksız çıkarmam için öyle dolu dolu bakıyordu ki gözlerime, geride duramadım. "Evet haklısın, sana yalan söyledi." dedim. Söylediğimle eş zamanlı olarak bakışları düştü. Beklediği bu değildi. Beklediğini ona verebilir miydim açıkcası bende emin değildim. "Mükemmel bir eş olduğunu söyleyemem ama o harika bir abi." dedim, daha ilk gün beni kardeşiyle tanıştırdığı geceye dönerken. Ona hayran hayran bakışına ilk kez rastladığım gece, nedensizce içim ısınmıştı. Belki bilmediğimden, belki kıskandığımdan belki de hayranlıktandı. Bilmiyordum. "Ne yaptıysa seni korumak için yaptı. Ben bundan gram kuşku duymuyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SYMPHONY
Cerita Pendek"Altı yıl, kendi hayatımı unutup ben seni yaşadım. Ha, bir gün böyle seninle evleneceğimi düşündüğümden de değil." Ağlamaya yakın gülümseme sundum ona. Omzumu silktim. "Belki bir gün karşılaşırız diye." İlk karşılaşmamız geldi aklıma. Söyledim dilim...