21| Doksan Gün

2.7K 131 172
                                    

discord kanalımızın linki, profilimde❤

21.Bölüm: Doksan gün

Sevgisizlik kulağa berbat gelebilirdi. Fakat seviliyormuş gibi hissetmek, sevgisiz kalmaktan daha beterdi.

Hayatım boyunca iyi adamlar tarafından sevilmemiştim. Babam, abim, Doruk... Hepsinin ortak paydası aynıydı. Bir yerde, bir şekilde sonu aynı bitiyordu. Her bu kez tamam, bu kez oldu dememle dünyamı başıma yıkmışlardı. Yaramın üzerine acımadan bir yara daha açtılar. Kendi yaralarını, bana yamadılar. Bu yeni bir şey değildi. Bu, hayatım boyunca süregelmiş bir şeydi. Şimdi Doruk'un böylesine acı bie hamle yapması beni üzmemeliydi. Kabullenmeliydim. Ben buydum.

Ezik, güçsüz bir kadındım. Okyanusun ortasında seyreden ve su alan bir gemiden ilk atılması gereken yüktüm. Alışmalıydım artık.

Doruk, dediğini yapmıştı. Herkesin içinde ağlamamak için kendimi ne kadar kastığıma aldırmadan, belimden tutup yönlendirmişti bizi dans pistine. Koca salon, sanki bir parti değil de cenaze törenimdeymiş gibi hissettirmişti.

"Gülümse biraz." Gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinde mağrur bir bakış vardı, benim aksime. "Sonuçta burada bir rol yapıyoruz değil mi?" 

Dudağımı ısırdım. Dediğini yapmaktan başka şansım yoktu. Kollarından sıyrılıp ne yapıyoruz biz diye bağırmak isteyen tarafım sessizce ağlamaktan başka bir şey yapmadı. Ben kaybetmiştim.

Saatlerce dans ettik. Sanki son olması bizi daha da hırslandırmış gibiydi. Yaşayamadığımız kavgamızın gölgesini birbirimize yaslanıp saatlerce dans ederek örttük üzerimize.

Gece boyu dans edip, gelen misafirlerin Doruk'u yeni iş atılımında kutlamalarına karşın nezaketen gülümsemekten neredeyse olduğum yere düşüp bayılacaktım. Gece nihayet sona erdiğinde mekanda en son Mekisa, Doruk ve ben kalmıştık. Doruk, Melisa'yı taksiyle eve gönderip beni kolumdan tuttuğu gibi zorla arabasına bindirirken uysalca onu izledim.

Doruk'un arabasında yerimizi aldığımızda ikimizde konuşmuyorduk. Bu kez radyo da açık değildi. Arabanın içinde ses olmasın diye üç-dört saniye aralıklarla nefes alıyordum. Büyük bir kavganın adım seslerini duyumsuyor yine de kafamı cama yaslayıp, gözlerimi kapatmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Ne kadar süre geçti bilmiyordum fakat gözlerimi araladığımda evin önünde durduğumuzu fark edebilmiştim. Elimle gözlerimi ovuştururken kafamı çevirip ona döndüm. Yüzünde soğuk bir ifadeyle beni izliyordu. Gözümü kaçırmak adına bileğimdeki saate diktim. Gözüm şaşkınlıkla büyürken yeniden ona döndüm. Saat beşi çeyrek geçiyordu. Hayır, şaşırdığım bu değildi. Şaşırdığım şey, biz çıkarken saatin ikiye on kala olmasıydı. Kapının önüne geleli iki buçuk saate yakın olmuştu fakat yine de beni uyandırmamış mıydı?

Gözlerimi kısıp ona ne yapmaya çalışıyorsun dercesine baktım. Dudağını ısırıp gözlerini kapattı. Burnundan bir nefes verip gözlerini araladığında tüm harelerin karardığına yemin edebilirdim. Bu, göğsümün içeride bir şeylere takılıp nefes almamı engellemesine neden oldu. Beklemedi. Kendine ait olan kapıyı açıp sertçe kapatarak arabadan indi.

Eve doğru adımlayan adımlarını izledim bir süre. Mutlak sonumdan kaçmanın yersiz olduğunu bildiğimden elimi kapının koluna uzatıp açtım. Yavaş ve sarsak adımlarla arabadan inip eve doğru yürürken o çoktan kapıyı açmış ve eve girmişti.

Eve girdiğimde önce salonun başlangıcına atılmış kravatı farkettim. Sonra elinde sanki gece boyu içtikleri yetmemiş gibi karamel renkli bir sıvı dolu bardağı kafasına dikleyen Doruk'a ilişti gözlerim. Adım seslerimi duymuş olmalı ki elindeki bardağı indirip, bana döndü. Adımları sarsak bir şekilde bana doğru ilerlerken, "3 ay..." dedi.

SYMPHONY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin