25|Kayıp Kahraman

809 65 67
                                    


Ne gün ne de gece yetmedi.

Benim onu kalbimden söküp atmam değil bir geceyi, yılları da alsa mümkün değildi. Ki, almıştı da.

Ona ömrümün en güzel günlerini adarken, hayatımdan vazgeçtiğimi fark etmemiştim.

İşte, böyle bir anda olmuştu. O çiçeği kapımın önünde görüşüm gibi ona çarpmıştım fakültenin kapısında. Yavaş yavaş dolmuştu göğsüme kelebekler. Kanatlarının kırılıp göğüs kafesimi deleceğini nasıl düşünebilirdim ki? Aşk iyi hissettirmez miydi? Hep öyle büyümemiş miydik?

Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Önce benden nefret etmişti, aynı evde birbirimize düşmandık. Sonra alıştık. İki düşman olup, aynı masada yemek yemeyi öğrendik. Tuhaf olan şuydu ki; benim düşmanlığım ona değildi. Zaman geçti, alışkanlıklarımız yavaş yavaş sevgiye döndü. Yani, öyle sandım. Sanmak istedim. Bana aşık olmasını her şeyden çok istedim. Ama o zaten aşıktı. Koca bir yalanın içinde evcilik oynadık. Oyun bitti; evimiz yıkıldı;  altında bir tek ben kaldım. Yine tek düşman oydu. En başında nerdeysek yine oraya dönmüştük.

Peki ya şimdi, neden böyle davranıyordu?

Hastalandığımda elimi tutuyordu. Her gece evime çiçek gönderiyordu. Kafeme gelip, günü seninle bitirmeliyim diyordu. Eğer onu tanımasaydım belki de bana... Ama tanıyordum. Canımı en çok da bu yakıyordu.

Ona sırılsıklam aşık tarafımla verdiğim savaş sanki kaburgalarımı kırıyordu.

Kapının kapanan sesi boş apartmanda yankılandığında, ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimi bıraktım. Sanki, kocaman bir ormanda yolumu kaybetmiş gibiydim.

"Selam."

Gülümsedim. Sanırım, bu hayattaki diğer alışkanlığım sabahları Yusuf'la karşılaşmak olmuştu. Bir anlığına da olsa beni gerçek dünyaya döndürdüğü için ona teşekkür etmeliydim. "Selam," dedim, anahtarı kapıdan çekip çantama atarken.

"Nasılsın?"

Ne kadar sıradan ama cevaplaması zor bir soruydu bu böyle. "İyi," dedim, ama söylediğime ben bile inanmadım. "Sen nasılsın?"

"Fena değil," dedi.

Fakat sanki söylemek istediği bir şey varmış gibi hissettiğimden, "Bir sorun yok değil mi?" diye sordum.

"Yok, ne sorunu olabilir ki?"

Haklıydı. Hem hayatına dair ne biliyordum da bunu sorabiliyordum ki? Kafamı salladım onaylarcasına. "Peki, görüşürüz o zaman."

Cevap vermek yerine kafasını salladığında sorgulamadan merdivenlere yöneldim. Fakat daha ilk basamağa adımımı atamamıştım ki, adımı seslendi. "Asiye."

"Efendim?" dedim, yeniden ona dönüp.

"Dün kapındaki çiçek..." dedi, sormaktan çekinir gibi. "Senin için önemli birinden miydi?"

Bakışlarım bir an yeniden kapımın önüne düştü. Çiçeği bulduğum yere. Gülümsedim. "Öyleydi." dedim, dürüstçe. Artık bir önemi var mıydı bunu bende bilmiyordum.

"Anladım."

Kafamı iki yana sallayarak düştüğüm yerden kalktım. "Akşam kafeye gelmeye ne dersin?" diye sordum bir anda. "Planın yoksa yani."

Sol elini alnına götürerek ovaladı. Bu yaklaşık iki saniye sonra reddedileceğimi beden diliyle anlatmıştı fakat yine de bekledim. "Aslında çocukların sınavını okuyacağım. Pek müsait değilim."

SYMPHONY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin