*1*

5.2K 199 77
                                    

Merhaba arkadaşlar. Hercai'yi söz verdiğim gibi paylaştım. Umarım hikayeye değer verir ve eski profilimdeki okunma sayısından bile daha yükseğe ulaşmasını sağlarsınız. Ve küçük bir uyarı bu kitapta aralara yeni bölümler ekleyeceğim eski kitapta olmayan bölümler. Bu yüzden de her bölümü okumanızda fayda var. Bol bol satır arası yorum ve oy istiyorum. Öpüldünüz 😍😘


*

İstanbul...!

Nasıl anlatılır ki bu şehir?

Belki klişe olacak ama yine de İstanbul anlatılmaz, yaşanır deriz.

Bir İstiklâl caddesi, bir Bağdat caddesi, bir Kadıköy, bir Salacak olsun, her yeri ayrı bir güzel her yerinde ayrı bir tarih ve hikaye vardır. Geze geze bitiremezsin. Boğaz'ın ferahlatıcı ve muazzam manzarası, mavi patiskaları yırtan vapurları, Pierre Loti'den görünen günbatımı, Kız Kulesinin hiç eksilmeyen güzelliği, Süleymaniye Camisi ve etrafındaki meşhur kuru fasulyeciler, İstanbul Üniversitesi'nin tamamen geçmiş kokan ünlü büyük kapısı, Mısır Çarşısı'nın baharat kokusu ancak yaşanırsa bir anlam kazanır. Ancak her güzelin bir kusuru var dedikleri olay İstanbul içinde geçerliydi maalesef. Herkesi çıldırtan, ömür törpüsü olarak nitelendirilebilen meşhur trafiği....

Dallama, eşek oğlu ve benzeri birçok kelimenin gerçek manasını bulduğu ortamdır. Keyfince tıkanan, canı istediğinde açılan 'yaşayan' bir trafik türüdür İstanbul trafiği. Yolda 100'le giderken trafik birden kitlenir, hayırdır kaza falan mı oldu? Veyahut kavşak noktasına mı geldik diye düşünürsünüz. Etrafta kaza, kavşak ararsınız ama yoktur. Sonra trafik birden açılır ve tekrar 100'le yola devam edersiniz. Ama neden kapandığı muamma kalır. Yine de tüm bunlara rağmen içinde doğup büyüdüğü insanının başka bir memlekete gittiğinde burnunun direğini sızlatan bir şehirdir İstanbul. Bütün artısı ve eksisiyle yaşanmaya değerdir...

Aynı durum Hande için de geçerliydi. Kafa dinlemek için kaçtığı yurt dışı tatilinden dönerken özlem dolu gözlerle arabanın arka koltuğundan şehrini izliyordu. Doğup büyüdüğü, sevmeye doyamadığı şehrini. Gerçi uzun zaman olmamıştı İstanbul'dan ayrılalı ama yine de deli gibi özlemişti memleketini.

Sahil kenarında dolaşan, hatta gönülleri dilediğinde bir kaldırımdan, bir diğer kaldırıma geçerek trafiği kapatan seyyar satıcıları, ellerindeki renkli balonları satmak için hedef haline getirdikleri çiftlerin ardından koşturan küçük çocukları, denizin seyrine dalan ve simit yiyen yaşlı teyzelerin ellerinden simidi kapıp havaya uçuşan tombul martıları keyifle izliyordu Hande. Balık yiyen bir hayvancağızken Türk milleti olarak martıları ekmeğe nasıl alıştırdıklarını hala anlayamıyor, neredeyse oburlaşan göbekleriyle kaldırımda yürüyemez hale gelen kuşlara baktıkça tebessüm ediyordu. Gerçekten de hayattan zevk almak için yaşanılacak güzel bir şehirdi İstanbul...

"Hande hanım, çok özür dilerim ama trafik bir türlü açılmak bilmiyor."

Kulaklığında dinlediği yüksek sesli müzikten Aslan beyin ne dediğini duymamıştı ancak yaşlı adamın arka koltuğa dönüp hararetli bir şekilde bir şeyler anlatmaya çalışması dikkatini çekmişti yine de. Bakışları arabanın camından şoförün gözlerine kaydığında umursamaz bir tavırla kulaklığından tekini çıkararak adama az önce ne dediğini sordu.

"Özür diledim efendim. Vaktinde şirkete varamayacağız."

"Boşuna özür dileme. Beni endişelendirmeyen bir durum seni de endişelendirmesin."

Kulaklığını tekrar yerine takacaktı ki, endişeden mi, yoksa heyecandan mı bilinmez ama yüzü kızaran adam tekrar kendisine seslendi.

"Az önce kardeşiniz arayıp toplantı olacağını ve geç kalmamanız gerektiğini söylemişti de ben onun için endişelendim. Geç kalmanızı istemem."

Hercai / GxG Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin