Bölüm-16

331 72 36
                                    

Merhaba;

Her gün bir yeni bölüm diyelim mi? İzine gitmeden hikaye bitmiş olsun ne dersiniz? 


Bebekteki evin terasında görünen lacivert denizle şu an baktığım yeşilimsi deniz arasında çok fark var. Şimdiki denizin kokusu bile bir başka. Bebek'te sadece seyir zevki veren su şimdi bakınca içinde olmayı istememe sebep oluyor. Suyun içinde gözlerimi kapatıp sırt üstü uzanmak ve geçmişi düşünmemek istiyorum. Ama ayaklarım bir türlü dışarı gitmiyor. Artık bana kızacak kimse olmadığından, kimse sağlığımı düşünmediğinden balkonda oturup sigaramı içiyorum. Evin her yerinde sigaram, kahvem duruyor. Niye durmasın ki? Kim bana kendine iyi bak diyecek? Bir tek Timur derdi. Ama artık o da yok. O da küsmüştür belki bana. Ben bir seferinde Yener'i de küstürdüm.

Küsmek demek yanlış olur gerçi. Abim öldükten bir hafta sonraydı galiba. Hasan Öztürk ve mahdumlarına abim dönene kadar muhattablarının ben olduğumu anlatmam gerekiyordu. Hasan Öztürk bütün feodal derebeyleri gibi mangal yapmayı, büyük bahçeli evini adeta bir mezbahaya çevirmeyi seviyordu. Bende severim aslında mangal yapmayı. Hasan beyin ki farklı bir şeydi. Onun kendi küçük krallığını kutlama şekli buydu. Cumartesi akşam üstüydü. Güneş yavaş yavaş batarken bahçenin en gölgeli yerine masa kuruluyordu. Hasan bey, Serter, Tamer ve ben peşpeşe eve geçip evin erkeklerine tahsis edilmiş küçük salona girdik.

Ben o salona bir defa daha girmiştim. Hasan Öztürk'e sistemlere girmiyeyim diye değiştirdikleri tüm şifreleri kırdığımı ve almak istediğim bilgileri aldığımı haber vermiştim. Sonra Yener görse gözyaşlarına boğulacağı kadar inandırıcı bir şekilde kocamı çok sevdiğimden, babamla ters düşmelerini asla istemediğimden bahsetmiştim. Hasan Bey o zaman bana küçük bir test yapıp kocamı o kadar seviyorsam ondan bir çocuk yapmamı istemişti. Savuşturmak zor olmadı. Ama Hasan Bey babamın düşündüğünün aksine aptal biri değildi. Belki sezgileri babamdan bile güçlüydü. Odadan çıkarken önündeki kahve fincanından gürültülü bir yudum alıp gözlerimin içine bakmıştı.

"Baba evinden çıktın artık Olcay. Unutma bunu. Sen artık bir Öztürksün."

Ben aslında ne bir Öztürktüm, ne de bir Artuk. Ben sadece Olcaydım. Başka kimse değildim. Onların istediği insanmışım gibi davranırken asla gerçekten onların istediği kişiye dönüşmemeye yemin etmiş, bu uğurda başkalarına kıymakta tereddüt etmemiş biriydim. Yaşamak isteyen bir insandım sadece. Zamanını bekleyen bir insan.

Hasan Öztürk o ilk iş görüşmemizden sonra bana güvendi. Benden ziyade Yener'e olan aşkıma güvendi. Hatta o gün masaya geri döndüğümüzde Yener'in ensesini tutup kendine doğru çekti onu. Diğerlerinin duyabileceği şekilde "Aslanım" dedi. Yener'i epey şaşırtmıştı babasının davranışı. Ama ona olanları anlatınca, babasının artık yakasına yapışıp beni hamile bırakması ya da kendisine bağlaması konusunda baskı yapmayacağını öğrenince rahatladı. Komikti. Yener gibi iri bir adam, güçlü, yapılı ama babasından korkuyor.

İkinci defa Hasan Öztürk'ün mağarasına girdiğimde bana diktik bakmıyordu. Aksine oldukça rahat görünüyordu. Ama Serter babasının aksine çok öfkeliydi. Belliki babası önden küçük bir açıklama yapmıştı. Hasan Öztürk camın önüne yerleştirilmiş berjerlerden birine geçmişti. Karşısında Tamer oturuyordu. Serter televizyonun karşısında duran ikili kanepede bacaklarını açarak oturmuştu. Tamer'in öyle düşündüğünü sanmam ama oturuş şekileri bana bu odadaki konumumu söylüyordu. Ayakta kalacaktım. Oysa onları yaya bırakmak üzereydim. Ortadaki cam sehpanın önünde durdum. Onların alanına girmedim. Tek tek hepsinin gözlerine baktım. Tamer yumuşak, duyacaklarını kabullenmiş bir haldeydi. Bence zaten yaptığı iş umrunda bile değildi. Hasan Öztürk bekliyordu sadece. Ama Serter... O, ben ve bir kaşık su yanyana gelmesek iyi olurdu. Boğazımı hafifçe temizledim.

Benim Savaşım (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin