Medya: Stereo Soda - Estoy Azulado
Bu hikâye, arkadaşım Pınar'a ithafen yazılmıştır. 2015'ten beri...
Tanrı'nın varlığına inanır mısınız? Belki evet, belki hayır... Bazılarınız bilime ve sebep sonuç ilişkisine inanıyordur mutlaka. "Melekler mi, şeytan mı, saçmalama kardeşim!" diye düşünüyorsunuzdur belki de. O halde siz minik bilim insanlarına üzücü bir haberim var, Tanrı gerçek. Melekler de öyle: Onlar, Tanrı'nın görevlendirdiği, doğa olaylarını yönetmek, insanların günah ve sevaplarını kaydetmek gibi ciddi işler yapan, iradesi olmayan elit görevliler.
Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip harika kitaplar yazdırmak, kötü kalpli insanların suratları üzerinde çılgınca parti yapıp yüzlerinin erken kırışmasını sağlamak gibi önemsiz günlük işleri kim yapar? Kendine evren polisi diyen, Tanrı tarafından binlerce yıl önce yaratılmış, iradeye sahip küçük ışık tanecikleri elbette!
Siz insanlar günlük rutininizin içinde kaybolmuşken keyif aldığınız, insanı insan yapıyor dediğiniz küçük hazların kaynağı bu ışık tanecikleridir. Elbette siz onları görmez, kendi kendinize beste yaptığınızı, o kızdan kendi salak kalbiniz yüzünden hoşlandığınızı sanırsınız. Bu sanrıya kapılmış zavallı insanlardan biri de Tunç'tu işte.
O gün Tunç, gözüne giren güneş ışığıyla uyandı. Güzel bir yaz sabahıydı, saat erken olmasına rağmen dışarıda oyun oynayan komşu çocuklarının çığlıkları duyuluyordu. Gökyüzü masmaviydi, çünkü dün yağmur yağmış, bütün bulutları yeryüzüne akıtmıştı. Tunç, oturduğu yerde doğrulup gözünü ovuşturdu. Evde kimse yoktu, babası çoktan işe gitmiş olmalıydı. Yataktan çıktı ve mutfağa yürüdü.
Mutfakta bir süre mısır gevreğini aradı. Yemek yapmayı biliyordu, ama canı haşlanmış yumurta istemiyordu. Dolaptan çıkardığı sütü cezveye doldurdu ve ısıtmaya başladı. Bir yandan da o gün ne yapacağını düşünüyordu. Belki Elif'i arayabilirdi, bu gece rüyasında onu görmüştü. Kendi kendine sırıtıp şarkı mırıldanmaya başladı, aşık olmayı kendine yedirebildiği, kendinde o cesareti bulabildiği günden beri Elif için yanıyordu. Azıcık daha romantik biri olabilseydi, aşk şiirleri bile yazabilirdi.
En azından, sabahın bu erken saatinde, yaşadığı yerin ne kadar güzel, denizin ne kadar mavi olduğunu düşünürken, aslında ne kadar uğursuz bir gün olabileceğinin farkında değildi. Sadece mutluydu işte, ileriki günlerde yaşayacağı olanca mutsuzluğun acısını çıkarırcasına mutluydu. O an tek düşündüğü şey, Elif'i aramak yerine sürpriz yapmasının daha tatlı olacağıydı.
Üstüne bir kot pantolon ve bir tişört geçirdikten sonra ıslık çalarak evden çıktı.
"Hey, böyle ıslık çalmaya devam ederse boğazına nodül yerleştirmeyi düşünüyorum!" diye bağırdı MP-399. Arkadaşı kıkırdadı:
"Sakin ol dostum, çocuk alt tarafı biraz neşeli. Hem şarkıcı olmak istediğini sanmıyorum."
"Hey, öyle bir delilik yaparsa onu engellemek için elimden geleni ardıma koymayacağım." Su polisi, arkadaşının şakayla karışık azılı tepkilerine gülerken, yanlarındaki aşk polisi, yüzünü ekşiterek lafa karıştı:
"Ah, bu benim geçenki kurbanım. Çok iyi bir çocuktu, ama nedense kötü bir şeylerin kokusunu alıyorum. Sen ne dersin Bağımsız?"
"Kesinlikle günün sonunda ağlayarak eve dönecek." cevabını alınca, aşk polisinin yüzü üzüntüyle doldu. MP-399'un ise tek düşündüğü şu iğrenç ıslık sesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasy"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...