Not: Bu bölümde Tunç'un basketbol oynadığı kısım başta Pınar tarafından (marvel_08) yazılmış, sonra üslup uysun diye benim tarafımdan düzenlenmiştir. Yaklaşık 4-5 paragraf bu şekilde oluştu. Pınar'a çok teşekkür ederim, şahsen takım sporlarına Fransızım.
Şimdilik telefonda olduğum için ithaf yapamıyorum ama pcye geçtiğim gün yapacağım. Sizi unuttum sanmayın, bir gün bu kitap çok okunsa bile ithaf sözümü unutmayacağım.
Luxanna61 Xayah61 melekler_olmez IpekUzunay Anotherve TerrAeliaMedyada Incubus-Drive
Tunç, havanın gri bulutlarla kaplandığı, klasik bir sonbahar gününde bomboş sahanın kenarında bir yere oturmuş, elindeki basketbol topunu evirip çeviriyordu. Yağmur yağmadığı için kapalı spor salonunu kullanmıyorlardı. Antrenman saatleri öyle güzel denk gelmişti ki Tunç için, hepsi de rehberlik, okuma saati olarak ayrılan edebiyat dersi ve hep boş geçen, asla işlenmeyen seçmeli etkinliğe denk gelmişti. Herkes bu kadar şanslı olmuyordu. Başka bir meşguliyeti olmadığından da, sahaya ilk gelen o olmuştu senenin ilk gerçek antrenmanında. Topuyla dalgın dalgın oynarken, zihninin içinde çılgın bir kasırganın döndüğü dışarıdan bile anlaşılıyordu. Neyse ki etraf tenhaydı da kimsenin bir şey anladığı yoktu.
Geçen hafta, Elis'le tanıştığı günden sonra tekrar bunalıma girmişti Tunç, hem de bu seferki üst üste binmiş meselelerden oluştuğu için normal bunalımından daha da şiddetliydi. Bir kere, Tunç tekrar birileriyle çıkmak, hatta bırakın çıkmayı, masumca flörtleşmek bile istemiyordu. Aşık olmak, daha doğrusu hoşlanmak ise en büyük fobisi hâline gelmişti.
Aynı evreleri yaşamak istemezdi. Yine üzülmek, yine kafasını boş şeylere yormak, derslerinden geri kalmak, toparlamak için yeniden çok uğraşmak, sosyal hayatı kalmamış olmak, yine bedenen ve ruhen çökmüş olmak ve tekrardan kendini değiştirmek zorunda kalmak demekti bu. Hayır, kesinlikle istemiyordu. O yüzden kendine verdiği ilk görev, Elis'ten hoşlanmamaktı. Ne olursa olsun hoşlanmayacaktı ondan. Güzelliğinden de etkilenmeyecekti, neşesinden de. Hep bir bahane bulacaktı onu sevmemek için. Güzel de olsa, 'Hıh, çarpık bacaklı bir kere!' diye düşünecekti. Neşesinin hep yapay olduğunu söyleyecekti. Aslında zeki olmadığını, zeki arkadaşlarının laflarını çalarak böyle zeki göründüğünü düşünüp, kıza iftira atacaktı kendi içinde. Hatta işi o kadar ileriye götürecekti ki, çizdiği resimlere bile kopya kağıdıyla yapıyor diyecekti, gerçek olduklarını gözleriyle gördüğü halde. İnadı inattı, bu sefer beyninin sol tarafı, sağ tarafa gününü gösterecekti. Bedeli taşlaşmak olsa bile...
İkinci görev ise, Elif'i sonsuza kadar unutmaktı. Kalbine gömmeyecekti onu, göğsünden söküp atacaktı çöpe. Umursamayacaktı onu, nefret etmeyi, gülüşüne sinir olmayı, iyi özelliklerini reddedip durmayı, her önünden geçtiğinde ona bakmayı bırakacaktı artık. Kötülemeyecekti bile onu, zeki bir kız olduğunu kabul edecekti mesela. Güzel olduğunu da. Onun arkasından at surat diye hakaret etmeyecekti artık, uzun boylu bir kız da olsa suratının zarif olduğunu kabul edecekti onun yerine. Kendi haline bırakacaktı bu konuyu ama elbette gardını indirmemek için, ne kadar hain ve ikiyüzlü olduğunu da unutmayacaktı.
Üçüncü ve son görev de, artık arkadaşa ihtiyacı kalmamış olmaktı. Böylece asla dost kazığı yemeyecekti tekrar. Sırtını yasladığı birinin, aniden çekilmesiyle arkaya düşmenin şokunu, başını yere çarpmanın acısını yaşamayacaktı. Siktir edecekti insanları, kendi başına yaşayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasy"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...