Selam dostlar. Evren Polisleri'nin bitmesine o kadar az kaldı ki! Bu yazın sonuna doğru yeni şeyler yumurtlayacağım, aklımdakilerden biri de Evren Polisleri-2'yi yazmak. Tabii ki Tunç ve Elis'le devam etmeyecek, onların hikayesini bu kitapta bitireceğim. Bölümü okuduktan sonra ikinciyle ilgili tahminlerinizi bekliyorum, konusuyla ilgili ipucu verdim çünkü :D
Tunç, elinden gelen her şeyi deniyordu. Yarı çıldırmış, paniklemiş bir hâlde, bulabildiği her yoldan kız arkadaşına ulaşmaya çalışıyordu fakat nafile. Elis, telefonlarına cevap vermiyordu, mesajlarına asla geri dönmüyordu, tüm sosyal medya hesaplarında Tunç'u engellemişti ve çocuk ona sahte hesaptan ulaşmaya çalıştığında da zahmet bile etmeden direkt engelliyordu. Ortak arkadaşları aracılığıyla ulaşma çabaları sonuçsuz kalıyordu. Kısacası, Tunç'un elinden gelen şeyler pek de işe yaramıyordu.
Hâlâ kabullenemiyordu. Evet, pek uzun bir ilişkileri olmamıştı ama liseli iki genç için üç aylık süre kısa da sayılmazdı. Süreler önemli miydi ki zaten, asıl olan o kısacık zaman dilimine ne kadar anı sıkıştırabildikleri değil miydi? Çok şey paylaşmışlardı, bu kadar kolay olamazdı. Tunç, bu kadar kolay olabileceğini kabullenmek istemiyordu.
Çocuk, tüm sosyal medya hesaplarından engel yedikten sonra Elis'e ancak kısa mesajla ulaşabiliyordu çünkü kızcağız, telefon numaralarını nasıl engelleyeceğini bilmezdi. Tunç da zamanında öğretmemişti ona, çünkü kızın teknolojik aletlerle savaşı onu eğlendirirdi. Günde yirmi-otuz mesaj atıyordu ve hâlâ bir cevap alamamıştı. Elis'in o mesajları okuduğundan bile emin değildi.
Değişmişti. Bir haftada insan en fazla ne kadar değişebilirdi ki? Sınırları zorlayarak değişmişti Tunç, öyle ki okulun dedikodu kazanının kaynamasına sebep olmuştu bu durum. Kimseyle uğraşmıyordu, kendi hâlindeydi ve yüz ifadesi yumuşamıştı. Eski sevimsiz, hırçın, insana güvensizlik veren bakışları gitmiş, yerine samimi, sıcacık ve birazcık da hüzünlü bakışlar gelmişti. Saçını hafifçe kısalttığı için bukleleri daha da belirginleşmişti, zaten Tunç ne zaman depresyona girse saçıyla uğraşırdı.
Yüz ifadesi nasıl bir insanı böyle değiştirebilirdi ki? Sanki yüz hatları tamamen değişmiş gibiydi, halbuki ağzı, burnu, gözleri, yüzü tamamen aynıydı! Keşke Elis de onu böyle görseydi, demişti kızın arkadaşlarından biri, hayatımda ilk defa Tunç'u yakışıklı buluyorum. Diğer kızlar da gülmüşlerdi, garip bir espri anlayışları vardı.
Başta, tavırlarındaki farklılığa gösterilen ilgi sayesinde kendini meşgul etmişti Tunç. Dünyası başına yıkılmamıştı, hâlâ arkadaşlarıyla şakalaşıyordu mesela. Basketbol oynuyordu, dersleri her zamankinden daha dikkatli dinlemeye çalışıyordu ve orman kaçkını dış görünüşüne son vermiş, saç bakım kremlerine geri dönmüştü. Kendini günlük işlerle oyalıyordu, aklını ne kadar dağıtabilirse Elis'i o kadar az düşünüyordu çünkü.
Gece yatmadan önce Elis'i düşündüğü için sabah da aklına gelen ilk kişi o oluyordu ve bu durum sabahları zorlaştırıyordu Tunç için. Kulaklarında çınlayan sesleri, gözünün önüne gelen görüntüleri ve beyninde dolanıp duran düşünceleri bastırmak için kendine bir sabah rutini oluşturmuştu. Ayna karşısında süslenirken şarkılar mırıldanıyor, ısıtılmış süte koyduğu lapa kıvamındaki mısır gevreklerini yemektense kendine güzel bir kahvaltı hazırlıyordu.
Aynaya bakarken gözlerini kapatacak olsa Elis'in minnacık ellerini karnında, cılız kollarını belinde hissedebiliyordu. Yüzünü sırtına gömdüğünü, gözyaşlarının tenini ıslattığını, kalbinin bulunduğu hizaya kondurduğu şefkatli öpücüğü duyumsayabiliyordu. Nasıl bu kadar gerçek olduğunu her seferinde merak ediyordu gözyaşlarını zapt etmeye çalışırken, Elis hiçbir zaman ona arkadan sarılmamıştı ki. Göğsü acıyor, boğuluyor gibi hissediyordu ve bunlar o kadar gerçekti ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasy"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...