Kızlar gittikten sonra sessizce koltukta uzanmaya devam etti Tunç. Telefonuyla zaman öldürüyordu ki babası salona gelip ayak ucuna oturdu. Tunç, şaşkınlıkla baktı ona:
"Senin geldiğini fark etmedim!" Babası güldü:
"Normal, uyumakla meşguldün. Biraz da halsiz ve hasta gibiydin, uyandırmak istemedim." Tunç, gözlerini ovuşturdu.
"Telefona bakınca fark ettim bugünün pazartesi olduğunu. Keşke uyandırsaydın, boşuna okulu ekmiş oldum."
"Okula gidebilecek gibi görünmüyordun. Gözlerinin altı mosmordu ve yüzün solmuştu. Bu arada, gelecek cuma gününe randevu aldım senin için psikiyatriden, okul çıkışı gidersin." Tunç, kaşlarını çattı:
"Ne işim var psikiyatriyle?" Babasının ses tonu sertleşti:
"Kötü durumdasın. Yine sayıklıyordun eve geldiğimde. Ayrıca ne kadar içtiğinin de farkındayım, artık yardım alman lazım Tunç, itiraz istemiyorum." Karşılık vermesine vakit bırakmadan koltuktan kalktı ve Tunç'u odada yalnız bıraktı.
Hep böyle yapıyor, diye düşündü Tunç. İlaç alıp kendini uyuşturmak istemiyordu çünkü babasının hâline tanık oluyordu. Annesinin ölümünden sonraki bir yıl ilaçlara bağlı ayakta kalmıştı. Kişiliği değişmişti o zamanlar, her şeye gülüp duruyordu mesela. Son zamanlarda ise tekrar antidepresanlara başlamıştı ve fazla sakindi. Dünyadan soyutlanmıştı ve Tunç'la bile iletişimi azalmıştı. Birkaç aydır Tunç için babasının varlığı yokluğu birdi, aynı evin içindeyken bile birbirlerini sık görmüyorlardı.
Biraz sonra babası tekrar salonun kapısında durdu. Kısa bir bakış attıktan sonra alışverişe çıkacağını söyleyip Tunç'a bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu. Olumsuz yanıt aldıktan sonra evden çıktı.
Onun evden çıkmasından kısa bir süre sonra, belki beş dakika bile geçmemişti, ısrarcı bir zil sesi çalmaya başladı. Tunç kaşlarını çatıp başını ovuşturdu, Burak da kapıyı böyle çalardı. Aslına bakılırsa, bu kadar ısrarla ve terbiyesizce zil çalan tek tanıdığı Burak'tı. Çocukluğundan beri böyle yapardı ve doğrusunu bir türlü öğrenememişti.
Tunç, merakla yerinden kalkıp kapıya koştu. Kim olduğuna bakmadan açmıştı, karşısında zile odaklanmış Burak ve Burak'a odaklanmış Elif'i görmeyi beklemiyordu. Tunç'un kapıyı açtığını fark etmemişlerdi.
"Manyak mısın ya, böyle zil mi çalınır," diyen Elif, Burak'ın eline hafifçe bir tokat atmıştı. Burak ise ona dönüp fısıldadı:
"Bu şimdi okulda da gelmedi ya, uyuyordur ya da çizgi film izliyordur kesin. Zil sesine uyansın diye yapıyorum." Tunç, gözlerini devirip sahte bir abartıyla öksürdü. Sert görünmeye çalışıyordu. Kızlarla konuşmasının üzerinden çok vakit geçmemiş olabilirdi ama hâlâ eski arkadaşlarına karşı kızgınlığı geçmemişti. Kaşları çatık bir şekilde sordu:
"Ne işiniz var sizin burada?" Elif tam ağzını açmıştı ki Burak yüzünü ayıplar gibi buruşturdu:
"İnsan bir hoş geldiniz der, içeri buyur eder. Terbiye yok bu çocukta..."
"Hoş gelmediniz amına koyayım! Zaten sinirliyim, bir de sizi mi çekeceğim?" Burak, alayla kollarını iki yana açıp abartılı ses tonu ve mimiklerle iğneledi onu:
"Paşam, müsait değilseniz başka zaman görelim gül yüzünüzü?" Ardından ciddiyetle ekledi:
"Meymenetsiz, acil olmasa ayağına gelmeyiz herhalde." Tunç'un karşılık vermesine fırsat vermeden Elif söze atladı, bu iş uzadıkça vakit kaybediyorlardı.
"Bak, bize kızgınsın ve farkındayız ama onu sonra hallederiz. Şu an konu Elis." Tunç, tek kaşını kaldırdı:
"Ne olmuş Elis'e?" Burak, ciddi olamazsın, der gibi bakıyordu. Karşıdaki kapıyı ve önündeki eşya yığınını gösterdi:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasy"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...