NOT: Hikayenin bu kısımları 2016 yılında geçtiği için açıklama ihtiyacı hissettim; şu an ODTÜ'nün uzay ve havacılık mühendisliği bölümü İTÜ'nün uçak mühendisliğinden daha yüksek puanla alıyor fakat 2016'da durum tam tersiydi.
NOT 2: Tunç, bu kitapta aynı zaman diliminde kötü alışkanlıklarını bırakmış durumda fakat BATJ'de hâlâ alkolik gibi davranıyordu. Oradan geliyorsanız kafanız karışmasın, Tunç alkolle ilgili sorunlarını aşmış durumda.
Edit: Tunç'un babasının adı Cüneyt'miş, karıştırıp başka bir şey yazmışım, onu düzelttim. Eheheh
"Neden sen İstanbul'a gidiyorsun anlamadım ki," dedi Tunç'un babası çenesini kaşırken. Oğluna merakla bakıyordu, ani kararına şaşırmıştı. "Yazın İstanbul'a mı gidilir, hem nemli hem sıcak." Tunç, babasına yan bakış atıp sırıttı:
"İyi de burası da nemli ve sıcak."
"Burada en azından girip yüzebileceğin bir deniz var," dedi babası pencereden karşıyı göstererek. Tunç, kıkır kıkır güldü:
"Baba, orası denize bakmıyor, solundaki pencereyi gösterecektin." Cüneyt, yani Tunç'un babası, bozulmuş bir şekilde omuzlarını aşağı indirdi ve sol elini beline koyup Tunç'a ters bir bakış attı:
"Nereden çıktı şimdi bu ya? Neden daha önce söylemedin ki?" Tunç, sabırsızca iç çekip babasına döndü.
Tunç'la babasının garip bir ilişkisi vardı. Her babayla oğlu böyle miydi bilmiyordu ama Tunç babasından pek izin almazdı. Gözlemlediği kadarıyla Burak da izni hep annesinden alıyordu ve Tunç'un bir annesi yoktu. Babasından harçlık bile almazdı Tunç, çünkü zaten Necati dedesi her ay banka hesabına dudak uçuklatacak miktarlarda "harçlık" aktarıyordu. Çocuk düpedüz bağımsız yaşamaya alışmıştı, ihtiyacı olan veya istediği şeyleri kendi başına alıyor, babası yoğun çalıştığı için ev alışverişini bile yapıyordu.
"Daha önce söylememe gerek var mıydı baba? Zaten amcamın evine gidiyorum..." Babası, hızla sözünü kesti:
"Ondan diyorum zaten sorsaydın diye! Mesele ne tam olarak bilmiyorum ama bu sıralar amcanların evi biraz gergin, Atakan'la araları da iyi değil. O kadar derdin arasında sizi eğlendirmeye mi çalışsınlar?" Tunç, gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu.
İşin aslı, amcasının evindeki gergin ortamın sebebini Tunç tüm ayrıntılarıyla biliyordu. Tabii bunu babasına söyleyemezdi, anladığı kadarıyla henüz babasıyla dedesine Atakan'ın eşcinsel olduğu söylenmemişti. Evlerindeki gerginliğin sebebi de buydu zaten, çocuk birkaç ay önce yönelimini itiraf ettiğinden beri herkesin huzuru kaçmıştı.
"Ben Atakan'la konuştum o konuyu," dedi Tunç ağzından gereksiz bir bilgi kaçırmamaya dikkat ederek. "Gelmeniz daha iyi olur, ben de biraz nefes alırım dedi. Çocuk zaten bunalmış, biz gidince kafası dağılır, endişelenecek bir şey yok."
Aslında, Tunç'un eşcinselliği abartmaması garibine gitmişti kuzeninin. Bu çocuk, kendisine "ibne gibi giyiniyorsun" dendiğinde sinirden küplere binen, karşısındakine başka homofobik küfürlerle karşılık veren biriydi. Nasıl olup da bu kadar olgun karşılayabildiğini anlayamamıştı kuzeni.
Tunç, nasıl umursamadığını başta kendisi de anlamamıştı. Rahatsız bile olamamıştı işte, Atakan'ın romantik hayatı da cinsel hayatı da onu ilgilendirmiyordu, galiba olay bu kadar basitti. O zamana kadarki homofobik tavrının kendi görüşlerinden değil, etrafındaki arkadaşlarının tutumlarından ve günlük söylemlerinden kaynaklandığını yeni fark ediyordu. Zaten Tunç neden eşcinsellere karşı bir nefret duysundu ki? Çocuğun bir dini bile yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasía"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...