"Ne olur bir kerecik görüşsen?" Diye mızmızlandı Burak. "Çok pişman ve seni çok özlüyor." Telefonun öbür ucundaki Elis sıkıntıyla iç geçirdi:
"Sen de beni anlamıyorsun! Çocukça buluyorsun değil mi? Kin tutulacak bir mesele olmadığını düşünüyorsun..." derken Burak sözünü kesti:
"Hey, hey, sakin ol. Öyle bir şey söylemiyorum. Aksine, kin tutsan da kimse seni çocukça davranmakla suçlayamaz tamam mı, 14 - 15 yaşlarındaydın sonuçta. Benim demeye çalıştığım şu, hiç değilse bir süreliğine ateşkes ilan edin ve iki yetişkin gibi oturup konuşun." Elis, sinirli bir şekilde iç çekti.
Neden onu anlamamakta ısrar ediyordu herkes? Daha ilk tartışmasında öfkeden kuduran, hiçbir şeyi umursamadan bağıra çağıra küfreden biri sonraki tartışmalarda neler yapmazdı! Hem düzelse ne olurdu ki? O kadar düzeldiyse gidip kendine yeni bir sevgili bulabilirdi pekala, çünkü Elis'in kırılan şeyleri düzeltmeye harcayacak vakti yoktu.
Sadece ayrılmamışlardı ki, aynı zamanda rezil de olmuşlardı. Antalya'daki evlerinde balkon, karşı komşunun balkonuyla yan yanaydı ve karşıda ne konuşulduğunu duyabiliyordunuz. Tunç, kızcağıza avazının çıktığı kadar bağırırken söylediği ne varsa Elis'in annesi duymuştu. Melisa da duymuştu. En kötüsü, annesiyle ablası çocuğun arkasından saydırırken Elis'in babası da olayı öğrenmişti.
Elis Tunç'u affetse ne olacaktı ki? Hiçbir şey yaşanmamış gibi anne babasıyla mı tanıştıracaktı? Tunç'u ailesinin gözünde nasıl yükseltebilirdi? Uğraşsaydı ve çok isteseydi yapabilirdi aslında ama ne buna harcayacak enerjisi vardı ne de Tunç'un samimiyetine güveniyordu.
Birazdan bu gerçeğin Tunç da farkına varacaktı çünkü Atalay'la buluşmaya gelmişti. Atalay da gelirken yanında Melisa'yı getirmekte sakınca görmemişti.
Dışarıdan bakınca ikisi uyumsuz bir çift gibi duruyorlardı. Hem dış görünüşleri hem de havaları farklıydı. Melisa çok güzeldi, Elis'e çok benziyordu. Sadece daha uzundu ve gözleri koyu kahverengiydi. İnsanı geren, sert bir duruşu vardı; galiba bu yüzden dikkat çekici bir genç kadın olmasına rağmen sokakta ona pek laf atan olmazdı. Atalay ise aksine çok güler yüzlü, sempatik ve biraz da şapşal biriydi. Çirkin sayılmazdı ama Melisa'nın yanında çirkin kalıyordu. Dağınık, kıvırcık saçları ve uzun, dikdörtgen bir suratı vardı, burnu da pek güzel değildi ama gözleri ve dudakları çok dikkat çekiciydi - en azından Melisa için.
Atalay, Tunç'u görünce hemen ona yöneldi ve kısaca sarıldıktan sonra karşısına oturdu. Melisa ise Tunç'a selam vermeden Atalay'ın yanına oturdu. Tunç, başta niye olduğunu anlayamasa da kız başını kaldırır kaldırmaz her şey yerine oturmuştu - Elis'e o kadar benziyordu ki ablası değil ikizi gibiydi. Kim olduğunu anlaması için sorması gerekmiyordu Tunç'un.
"Beni niye bunun yanına getirdin," diye sordu Melisa dişlerinin arasından. Atalay tatlı tatlı sırıttı:
"Kızma ama bence söyleyeceklerini bir dinlemelisin." Melisa, sevgilisini umursamadan Tunç'a döndü, kaşları çatıktı.
"Sen mi istedin bunu?" Tunç, şaşkınlıkla başını hayır anlamında iki yana salladı. Melisa tek kaşını kaldırdı:
"O zaman ben niye buradayım? Ne konuşacaksan git Elis'le konuş." Tunç, tam ağzını açıyordu ki Atalay lafa atladı:
"Tam da o yüzden buradasın hayatım. Elis konuşmaya ikna olmuyormuş, mesajlarına da cevap vermiyormuş. Ben de düşündüm ki tesadüfen karşılaşırlarsa belki dinleyebilir..." Melisa tek kaşını kaldırıp alaycı bir tavırla Atalay'a baktı:
"Tesadüfen(!)." Atalay, bir şey söylemek yerine tatlı tatlı gülümseyince Melisa yumuşamıştı. Omuz silkti:
"Elis kaçar ki. Kulaklarını tıkayıp şarkı falan söyler. Seni görmek isteyeceğini pek sanmıyorum," derken Tunç'a dönüp imalı imalı baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasy"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...