"Hiç yakışıklı değilsin. Allah'ım, hiç yakışıklı değilim! Saçlarım da bozulmuş..." diye mırıldandı Tunç aynadaki yansımasına. Dilini sonuna kadar çıkardı ve siyah noktalarının iğrençliğine, suratının yağlılığına sinirlenmektense dilinin uzunluğuna hayran kalmayı tercih etti.
Yine bir hafta neredeyse bitmiş, cumartesi sabahı olmuştu. Sabah denemezdi gerçi, çünkü Tunç öğlene kadar uyumuştu ve çok uyumanın getirdiği depresyonla kendini banyoya kapatmıştı. Elinde makas, saçının birazını kesmekle meşguldü.
Saçlarının şeklinin bozulmasına çok içerliyordu, yıllardır alışık olduğu güzel saçları 2 haftada bakımsızlıktan mahvolmuştu. Güzelim buklelerin şekli bozulmuş, dalgalı gibi görünmeye başlamıştı. Biraz uzadığından öncekinden iyice farklı görünüyordu, bakım kremlerini bıraktığı için rengi de koyulaşmıştı. Kahverengiye kaçan kumral renk gitmiş, saçları kumralın çok koyu bir tonuna dönmüştü.
"İbne gibi süsleniyormuşum ulan..." diye homurdandı, bir yandan da ensesindeki fazlalık saçları kesiyordu. "Birazcık kendi haline bıraktım, maymuna döndük! Ama bir daha süslenmeyeceğim vallahi, çirkin olmak daha rahat bir şey..." diye kendi kendiyle konuşmaya devam etti.
Saçıyla işini bitirince lavabodan uzaklaşıp tişörtünü çıkardı ve vücudunu inceledi. Omuzları en son baktığı zamana kıyasla daha genişti. Aynaya gülümseyip pazılarını şişirdi, komik yüz ifadeleri yaptı; ergenlik çağındaki erkekler yalnız kalınca böyle saçma hareketler yaparlardı işte. Acaba kızlar da ayna karşısında popolarını oynatıyorlar mıdır, diye merak etti Tunç.
Elis'e sorabilirsin, diye fısıldadı içindeki şeytan. Bir an Elis'i çırılçıplak hayal edince, gözleri büyüdü Tunç'un. Kaşlarını çatıp bunu aklından çıkarmaya çalıştı ve traş olmaya başladı. Traş derken, tabii ki o yaşta bir veledin tüyleri traş edilecek seviyede değildi. Bu yüzden Tunç, kadınlara özel hassas jiletlerden almıştı. Öğleden sonra arkadaşlarıyla sinemaya gidecekti ve bıyıklı olmaya niyeti yoktu.
Evet, dün okul çıkışı Elis'i takip etmişti. Kendini sapık gibi hissetmesinin yanı sıra tatmin olamamış bir şekilde eve dönmesi de cabasıydı. Ne beklemişti? Saçma sapan bir kız arkadaşla saçma sapan bir randevu ve Tunç'u kesinlikle soğutacak ciyaklamalar, yüksek sesli ağda macerası anlatımı ve benzeri sofistike olmayan davranışlar...
Ne bulduğuna gelecek olursak...
Okul otobüsü sonunda onları apartmanın önüne bıraktığında, kızın evine hiç uğramadan randevusuna gitmesini ummuştu Tunç. Böylece saçma sapan bir davranıştan caymış olurdu, çünkü sırtında haftanın en yoğun ders programına sahip gününden kalma ağır bir çantayla herhangi birini çaktırmadan takip etmek zor, sokakta normal bir şekilde yürümek ise daha da zordu.
Fakat Elis önce evine çıkınca o da çantasını evine koydu ve apartmanın girişindeki çalıların arasına saklanarak Elis'i beklemeye başladı. Çok geçmeden elinde beyaz bir poşet, üzerinde soluk renkli eski püskü kıyafetlerle kapıda belirdi Elis. Hızlı bir şekilde yürümeye başladığında peşindeki Tunç'u oldukça şaşırttı ve sarsak bir şekilde koşup biraz gürültü çıkarmasına neden oldu. Fakat kafası yapacağı işle öyle meşguldü ki fark etmemişti bile.
Bir engel çıkmasını umdu Tunç. Yolda yürürken kafasına saksı düşebilirdi mesela. Belki de Elis birden arkasına dönüp "Senin ne işin var burada?" diye bağırırdı. Halk otobüsüne de binebilirdi, böylece Tunç otobüsün kapısı kapanmadan otobüse yetişemez, plan iptal olurdu. Ama hayır, her şey pürüzsüzdü: Elis bir kere bile arkasına dönmemişti, yarım saattir yürümelerine rağmen hâlâ yürümeye devam ediyordu ve Tunç'un kafasına saksıyı bırak, minik bir su damlası bile düşmemişti. Belki de o minik su damlası aklını başına getirirdi ama şansına küssündü. On dakika daha yürümeye devam ettiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasy"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...