Tunç, huzurla çekti içine çimlerin taze kokusunu. Nemli bir kış günüydü Antalya'da fakat apartmanın bahçesindeki çimler nedense kuruydu. Elis'e döndü ve:
"Yağmur yağacak," dedi durgun, tekdüze bir sesle. Kızın minicik ellerini tek avucuna almıştı ve konuşurken daha da sıkı tuttu.
Elis, mest olmuştu yine. Tunç gökyüzüne bakarken o da erkek arkadaşının sevimli suratını izliyordu. Elleri sıcacık olmuştu ve ister istemez yanaklarını ateş basıyordu. Ne kadar güzel bir oğlandı sevgilisi! Kıvır kıvır saçları, aynı Apollo heykellerininkine benziyordu. Burnu bile çok güzeldi, küçük olmamasına rağmen hafifçe kalkıktı ve önden bakınca fındık gibi görünüyordu.
Herhalde en güzeli de gözleriydi. Hem biçim, hem de büyüklük olarak muazzamdı ve upuzun, gür kirpikleri sayesinde olduğundan daha büyük görünüyordu. Çıkık elmacık kemikleri vardı ama sert görünmüyordu, aksine sıkıştırmak isteyeceğiniz yanakları vardı. Kaşları kavisliden ziyade hilal şeklinde gibiydi belli belirsiz, bu sayede normalde hırçın olan bakışları yumuşuyordu.
Elis, ona saatlerce bakabilirdi ve hiç sıkılmazdı. Sanki baktıkça daha da güzelleşiyordu! Ne kadar ilginç bir çocuktu, ilk bakışta çok itici görünmüştü gözüne. Şimdi ise dünyanın en yakışıklı erkeğiydi sanki!
Tunç, aniden kafasını çevirince burun buruna geldiler. Elis'in bakışlarını yakalamıştı, bir anlık şaşkınlıktan sonra pişkince sırıttı ve burnunu, Elis'in burnuna sürttü.
Ne zaman kızı, kendine bakarken yakalasa içi kıpır kıpır oluyordu. Sevilmek güzel şeydi, hele ki sevdiğiniz insan tarafından seviliyorsanız. O ışıldayan gözler, hayran bakışlar için neler verilmezdi ki! Oysa Tunç çok şanslıydı, tesadüfen sahip olmuştu bu güzelliğe.
Nefesleri, birbirlerinin yüzüne çarpıp nemli ve soğuk hava yüzünden buz kesmiş burunlarını ısıtıyordu. Elis'in nabzını hissedebiliyordu Tunç, kızın bileklerinden çıkan basınç çocuğun avucuna vuruyordu.
Gözleri birbirlerine kenetlenmişti, o kadar yoğun bir sessizliğe bürünmüşlerdi ki nefes alıp verişlerini, yaprakların hışırtısını, Elis'in kalp atışlarını duyabiliyorlardı. Kızcağız, bir an dayanamayıp Tunç'un burnunun ucuna tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. Bir sonraki an, ne olduğunu bile anlayamadan Tunç'un dudaklarının baskısını hissetti genç kız kendi dudaklarında.
Tunç, yavaşça Elis'in ellerini bıraktı ve kızın yüzüne dokundu, ardından hafifçe tuttu çenesini. Baş parmağı, kızın yanağında o kadar hafif hareketlerle geziniyordu ki Elis'in içi bir hoş olmuştu.
Çok nazikti öpüşü, hatta dokunuşları da. Elis, bu zamana kadar dudaktan öpüşme fikrinden tiksinirdi hep fakat şimdi yaşadığı çok farklıydı. Kısacık hayatı boyunca, o andan daha iyi hissettiği bir hatırası yoktu.
Tunç da aynı durumdaydı. Hayatının en unutulmaz anını yaşıyordu belki de - hayır, ikinci en unutulmaz olmalıydı bu. Birincisi, annesinin cesedini gördüğü andı muhtemelen.
Sahi, uzun zamandır böyle huzurlu olamamıştı. Şanssızdı - evet - bir yandan da kötü bir insandı, kötü biri olduğunu düşünüyordu. Melek gibi biri sayılmazdı sonuçta, ideal bir evlat veya öğrenci, örnek bir vatandaş da değildi kesinlikle. Düşünsenize, reşit olmadan içki içen bir ideal vatandaş!
İyi biri mi olmalıydı mutlu olmak için? Genellikle mutsuz bir yaşamın onu beklediğini düşünürdü Tunç, çünkü belli ki yeterince iyi değildi. Annesinin ölümünden beri doğrulanıyordu bu düşüncesi, her şey birbiriyle bağlantılıydı. Annesi gittikten sonra hayatı tepetaklak olmuştu.
Buna gerçekten layık olduğundan emin değildi; kaprissiz, zeki, dünya tatlısı bir sevgili... Hak edip etmediğinden emin olamasa da kaybetmek istemiyordu, o yüzden incitmeden tutuyordu, yumuşacık öpücüklerin sebebiydi bu kaybetme korkusu. İlk defa tattığı hislerden biri de buydu, kuşkusuz ki içlerinde en çok kalp burkanıydı.
MP-399 ve Bağımsız, yavaşça uzaklaşıp onları baş başa bıraktılar. Şahit olması güzel bir manzaraydı. MP-399'un beklemediği kadar güzel bir sonuçtu bu, kahretsin ki şimdi Bağımsız bununla en az yüz yıl hava atacaktı!
Olabildiğince sert görünmeye çalışarak ona dönmüştü ki birden duraksadı. Bağımsız ağlıyordu! İnsan bedenindelerdi ve iki gözünden akan sicim gibi yaşları gizleyemiyordu. Hıçkırıklara boğulmasına ramak kalmıştı.
"Neyin var," diye sordu müzik polisi panikle. Bağımsız, hıçkırıklarını da ses tonunu da kontrol edemeyip haykırarak konuştu:
"Neyim yok ki! Ödüm patladı biliyor musun? Hayatımda attığım en tehlikeli adımdı! Ya yanlış gitseydi? Düşünemiyorum..." derken devam edemedi çünkü ağlayışı yüzünden nefessiz kalmıştı.
Müzik polisi ise dumura uğramıştı. Bağımsız'ın daha önce hiç bu kadar duygusallaştığını görmemişti. Arkadaşını teselli etme amacını unutup merakından soruverdi:
"İyi de, madem yanlış gitme ihtimalinden korkuyordun, neden yaptın?" Bağımsız, derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Ardından göz yaşlarını silip konuşmayı denedi.
"Çünkü yapmak zorundaydım. Düşünsene, adım maymun iştahlıya, daha da kötüsü beceriksize çıkmış. Yaptığım hiçbir işi tamamlayamadığımı, sırf kaliteli işler çıkaramayacağım için alan değiştirip çaylaklık rolünü bilerek seçtiğimi söylüyorlar. Umursamaz görünmeye çalışıyorum ama benim de bir sabrım var! En azından bu sefer çok düzgün, hızlı bir çözüm üretmek istedim, diğer evren polisleri etkilensin ve çenelerini kapatsın istedim!"
Müzik polisi, gözlerini kocaman açmıştı. Etkilense mi üzülse mi bilemiyordu. Sonra birden Bağımsız'ın yaptığı saçmalıkları hatırladı ve onun şimdiki hâline tepkisiz kaldı. Samimiyet bir kere kaybedildi mi tekrar kazanılması zordu.
"Her neyse," dedi MP-399 sakince. "Gidip KG-10'a sorarız, mühür hâlâ maviye dönmedi çünkü. Oysa iyi bir iş çıkarmıştık." Bağımsız, hayretle baktı ona:
"Nasıl yani? O yoğun öpücükten sonra nasıl mühürlenmeyebilirler ki? Beni öyle öpse ben bile mühürlenirdim Tunç'a!"
"Kesinlikle! O nasıl öpücüktü öyle? Hayatımda gördüğüm en romantik öpüşme sahnesiydi be!" Diye bağırırken kollarını kavuşturup somurtuyordu müzik polisi. Öfkeliydi, bir yerlerde garip işlerin döndüğünü düşünmeye başlamıştı. Kaşlarını çatıp Bağımsız'a döndü:
"Sikerim mührünü! Böyle daha iyi oldu, iki çocuğu birbirine mühürlemek de neymiş? Ben istifa ediyorum." Bağımsız'ın kafası karışmıştı. Kafasını kaşıyıp kaşlarını çatarak sordu:
"İyi de istifa edemezsin ki, bu bizim cezamız."
"Biz görevimizi yaptık, çocuğun şu an harika bir sevgilisi var. Daha ileriye gitmeyeceğim, gerekirse konseyle savaşırım."
"Konseyle savaşırsan yıllar kaybederiz! David o zamana kadar ölür ki..." diyordu ki MP-399, sırıtarak sözünü kesti:
"KG-10 kirli oynuyor ve aklınca genç evren polislerini konsey kölesi yapmaya çalışıyor. Her zaman böyleydi, o aptal egosundan başka bir şey düşünmez. Maalesef ben ondan daha zekiyim ve bir planım var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasy"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...