Her şeyden önce yorumlarını, oylarını ve desteklerini eksik etmeyen okurlarıma teşekkür ederim. Benim için mesele rakamlardan ziyade daha çok kişiye ulaşabilmesiydi, bunu da bir bölüme üşenmeden beşer onar yorum yapan insanlara, arkadaşlarıma (Merve, Nurcan'la Suzan, İpek) borçluyum.
İkinci olarak elbette Pınar'a teşekkür ediyorum. Onunla yaptığımız çılgın sohbetler olmasa hayal gücümün bu hikayeyi yazmaya yeteceğini pek sanmıyorum. Hikayenin ortaya çıkışında çok büyük katkısı var. Zaten sahnelerden birini yazmamda da yardımı dokundu.
Üçüncü teşekkür ise lise aşkıma. Kendisi beni tanımasa da bahsinin geçmesini hak ediyor. O olmasa Tunç'u yazamazdım, hatta aşkla ilgili herhangi bir inandırıcı hikayeyi de yazamazdım. Elbette Tunç'u tamamen ondan esinlenerek yaratmadım, sonuçta çocuktan hareketle bir karakter yazabilecek kadar da tanımıyordum onu. Aslında hiçbir zaman gerçekten tanışamadık - en azından şimdilik - ve ben lise yıllarımda beni fark etmeyeceğini sezmiş olacağım ki Elis ile Tunç'a hayat vererek kendimi avuttum.
Bölümü keyifle okumanızı temenni ediyorum, bir sonraki bölüm final. Lütfen beğendiyseniz geri dönüp tüm bölümlere oy atın, benim için sayılar önemli değil ama attığınız her yorum ve oy hikayenin keşfedilip daha çok okunma ihtimalini arttırıyor.
Ertesi günden itibaren Tunç, kuzeni ve en yakın dostuyla geçireceği kalan yaz günlerinin tadını çıkarmaya karar vermişti. MP-399 ile konuşmak onu rahatlatmıştı. Neredeyse her gece üç kafadar dışarı çıkıp eğleniyorlar, bazen Atakan'ın arkadaşları da onlara katılıyordu.
Gerçek şu ki Tunç, hayal kırıklığını ve can sıkıntısını bastırmak için kendini çok zorluyordu. Hiçbir zaman tam anlamıyla dışa dönük biri olmamıştı, hatta doğası gereği içine kapanık bile sayılabilirdi. Ne zaman kendini yenmeye çalışsa batırmıştı şimdiye kadar, lisede "garip, önüne gelenle dalga geçen, yavşak çocuk" olarak nam salmasının sebebi de buydu belli ki. Bir yandan da evinden kilometrelerce uzaktayken ne yapabilirdi ki birazcık içki eşliğinde sosyalleşmekten başka? Dil kursuna yazılacak hali yoktu ya!
Yine kafa dağıtmak için arkadaşlarıyla dışarı çıktığı gecelerden birinde Atakan'ın komşusu Çağla zorla peşlerine takılmıştı. Tunç'tan hoşlanıyordu ve istediğini anında elde edemeyeceğini hissettiği zaman takıntı yapan insanlardandı. Tunç, o gece aniden başından aşağı boca edilen ilgi yüzünden dumura uğrayıp içkiyi fazla kaçırmış ve göğsüne kocaman bir dövme yaptırmıştı. Bir güvercinin kanatları altında uçan minik muhabbet kuşuydu tasvir. Hayatındaki en önemli iki kadını kalbine çizdirmişti; uzun zamandır yapmak isteyip ayıkken asla cesaret edemediği şeyi yapıp iğne korkusuna rağmen dövmecinin önüne yatmıştı.
"Bak," deyip işaret parmağını doğrultmuştu kuzenine dönüş yolunda. "Eğer Fatih'i seviyorsan saklanmayı bırak. Elindeki şansı itmiyorsan bile mutluluğunuzu erteliyorsun. Sonra benim gibi soluğu dövmecilerde bulursun..." Atakan ise dehşetle sözünü kesmişti:
"Onu da yapamam ki ben, acır yahu!" Burak ise sadece başını iki yana sallamakla yetindi hayretle. Dövme yaptırsaydı herhalde güzel görünsün diye yaptırırdı, kendine acı veren anıları canlandırmak için değil.
Üniversitenin başlamasına bir ay kala Antalya'ya döndüler, yazın en sıcak günleri olabilirdi ama deniz, kum, güneş üçlüsü olmadan tatil yapmış gibi hissetmezdi çoğu Antalyalı. Aradaki kısa zamanda da Çağla'ya - cinsel birleşme dışında - istediğini vermişti Tunç, doğacak ilk çocuğu annesinin ruhuna sahip olacağı için gereksiz risklere atılmak istemiyordu. Çağla ile kendini bir nebze de olsa rahatlatıyordu, Elis'in daldan dala konduğunu duyunca hissettiği hasedi bastırıyordu böylece. Zaten Çağla da çok geçmeden sıkılmış, arkadaş olarak kalmaya karar verip Tunç Antalya'ya döndükten sonra birbirlerini asla aramamışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evren Polisleri
Fantasy"...Peki ya ayak işleri? Dilekleri gerçekleştirmek, insanları birbirine âşık etmek, akarsuların akışını denetlemek, çılgın rüyalar görmenizi sağlamak, demir eksikliği olan çocukları sıva yemeye yöneltmek, çok sevdiğiniz yazarın aklına kuvvet verip h...