| Halil İbrahim |
Cumartesi.
14.30Salih amcayla ilgili hatırladığım ilk görüntü daha el kadar çocuk olduğum günlere aitti. Ali'yle beni karşısına oturtup hayat bilgisi kitabından soru sorardı ikimize. Ben bilemezdim, ama Ali ne söylüyorsa ezberlemeye çalışırdım. Söylediği her şeyi doğru kabul ediyordum çünkü. Ali benim gibi değildi, o ne kadar doğruysa ben o kadar yanlıştım. Yüzüme inen her şamarın suçlusu olarak kendimi görüyordum o zamanlar, kafam annemin hayata karşı duyduğu tüm öfkeyi benden çıkardığını anlayacak kadar basmıyordu. Gerçeği anlayınca, annemin değil de benim ayıbımmış gibi susarak bastırmıştım evdeki cehennemi.
"Oğlum."
Gözlerimi pansiyonun balkonuna açılan kapının pervazına yaslanmış babama çevirirken elimdeki izmariti söndürüp önümdeki karton bardağın içine, diğer izmaritlerin yanına attım.
"Nasılsın?" Boş boş yüzüne baktıktan sonra gözlerimi balkonun korkuluğuna çevirdim. Başımı hafifçe yana eğince demirlerin arasından eşyalarını arabaya yerleştiren Ali'yi görebiliyordum. Bu sahneyi izlerken canımın nasıl yandığını bilmeyen adama nasıl anlatacaktım içimdeki boşluğu?
Yanımda duran tabureye otururken "Konuşamadık senle." diye devam etti.
"Konuşacak ne var ki?" dedim kuru bir sesle.
"Ben hep seni düşündüm." Hissettiğim acizliği ufalar gibi ellerimi ovuştururken başımı salladım. Açıkçası düşündüğüne inanıyordum. Zira insanın sevmediği evladını bile bir anda unutabileceğini düşünmüyordum. Oysa babam beni sevmişti. "Sen de gel bizimle."
Yıllar önce boğazıma yerleşen yumru belli belirsiz sızladı.
"Ben seni buraya bu yüzden getirmedim."
"Hiç affetmeyecek misin babanı?" derken usulca dizime dokundu. Dizimi kavrayan yabancı ele baktım. Çocukken ayakkabılarımı giydiren elin aynısıydı ama bir şekilde farklıydı da. Bu elin yeni sahibi evden ayrıldıktan sonra annemin ayakkabılarını kapının ağzına koyduğunu bilmiyordu. O ayakkabılara bakarak ilk sigaramı içtiğimi, bir çocuğun babası ölmeden de yetim kalabileceğini bilmiyordu. Bilseydi, ortada affedilecek bir durum olmadığını da bilirdi çünkü.
"Affedilecek bir şey yok." Göz yaşlarım tükenmiş olmasa konuşmaya başladığım anda ağlayacağımı biliyordum.
"Ah be Halil." Bana baktığını hissedebiliyordum ama ben dizimdeki elden başka hiçbir şeye odaklanamıyordum. "Daha gençsin. Şu an senin için ya siyah var ya beyaz. Büyüdükçe hayatta grilerin de var olduğunu anlayacaksın. Belki o zaman affedersin babanı."
Boğazımdaki yumruyu yutmaya çalıştım ama olmadı. Bir an için içimde ne varsa söylemek istedim. Belki her şeyi olduğu gibi anlatırsam durumun sikik kafasında kurduğu gerçeklerden çok farklı olduğunu anlayabilirdi.
Ağzımı açıp derin bir nefes aldım. Gerçekler için aralanan dudaklarım"Ben sana ne diyeyim ki?" diye kıpırdanıp tekrar birleşti. "Aradan geçmiş iki yıl, olan olmuş. Şimdi biz bunları konuşsak ne olur, konuşmasak ne olur?"
Hala düzeleceğine inandığını gözlerinden okuyabiliyordum. Bu iki yılda benden nelerin eksildiğini görmüyordu ki, ellerimden neyi koparıp aldığı konusunda hiçbir fikri yoktu.
"Ali'ye iyi bak sadece, ben senden başka bir şey beklemiyorum."
"Çocukluğundan beri çok düşkündün Ali'ye." yukarı kıvrılan dudaklarından bile belliydi kafasının içinden geçenler. Sanki sevdiğim şeyler hakkında konuşursak aramız düzelecekti. Ulan ben ne çok sevdim Ali'yi bir bilsen, dememek için dişlerimi kenetledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
madness
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.