| Ali |
Pazartesi.
bir sonraki gece.
02.23Adımlarım kontrolüm dışında yıllardır ayak basmadığım yere doğru yürürken gözlerim fazla ağlamanın etkisiyle zonkluyordu. Aldığım iki ağrı kesiciden sonra bile baş ağrım azalmamıştı. Yürüyen bir enkazdan fazlası değildim ve ne zaman kendimi artık eskisi kadar güçsüz olmadığıma ikna etsem eskisinden daha zayıf olduğumu görüyordum. Geçmiyordu, geçmeyecekti.
Cırcır böceklerinin vızıltısı giderek daha duyulur halde geldiğinde yaklaştığımı fark ederek adımlarımı hızlandırdım. Halil bana sırtını döndüğünden beri Dipsiz'e gelme gereği duymamıştım. Her yerinde çocukluğumuzdan, bizden ve son gecemizden izler vardı, o yanımda yokken buraya gelmeye asla cesaret edememiştim.
Eski binalardan ve artık kullanılmayan bir su kuyusundan başka bir şey yoktu burada. Adının neden dipsiz olduğunu da bilmiyorduk, belki de kuyu yüzünden bu ismi vermişlerdi. O zaman bunların hiçbiri önemli değildi zaten. Burada taşların üzerine oturup herkesten uzaklaşmak dışında önemli olan tek bir şey yoktu bizim için.
Otların arasından geçerek kuyuya ulaştığımda sırtı bana dönük bir şekilde yerde oturan bedeni görerek durdum. Eğik duruşu ve omuzlarının ardına gizlediği başıyla insandan çok ruhsuz bir taşa benziyordu.
Kendimde tekrar yürüme cesareti bulduğumda yanından geçip aramızda mesafe bırakarak yere oturdum. Beni fark ettiğinde irkilmedi, aksine sanki başından beri beni bekliyormuş gibi bir hali vardı.
"Sen buraya gelir miydin?"
Onun da benim gibi uzun süre ağladığını kuru ve çatallı sesinden anlayabiliyordum. Ama her şeye rağmen, zoraki de olsa gülümsüyordu.
"Önceden gelirdim."
Gözlerini kaçırıp ellerine dikti. Karanlığa rağmen yüzündeki güzel hüznü seçebiliyorum. Varlığımı sayarak sessizliğe gömüldüğünde ben de aynısını yaptım. Dün gece yaşadığımız muharebenin açtığı yaralar, ikimizin de yorgun vücutlarında usul usul kanamaya devam ediyordu hala. Gözlerimi her kapattığımda kopan kıyametin görüntüleriyle karşılaşıyordum.
Söylediklerinden sonra babasının ilk şoku üzerinden atması uzun sürmemişti. Asıl fırtına da o dakikadan sonra kopmuştu zaten. Gayri meşru sevdasının peşinde koşarken önüne çıkan herkesi düşünmeden harcayan, sevginin yüceliğinden dem vuran adam bizim sapkın olduğumuza da aynen sevgisinin yüce olduğuna inandığı kadar yürekten inanmıştı. Onun aşkı helaldi, bizimki sadece cehenneme çıkan çiçekli bir yoldu. O aç gözlülük yapıp başka bir kadını, hatta bir başkasını daha öpebilirdi, ama benim sadece Halil'in nefesine sadık olan dudaklarım hastalık taşıyordu.
Hayatımda ilk kez Halil'in gücünün sınırsız olduğuna şahit olmuştum. Bu öfke değildi, sinir krizi bile değildi. Katil olabilecek kadar çıldırmış bir çocuğun isyanıydı. Bize sahip çıkamadığı onlarca anın hırsını alır gibi babasının üzerine atladığında o yüzde sadece babasını değil, bize engel olan herkesi gördüğünü biliyordum. Hızla atılıp bedenini yere yıkılan adamın üzerinden alana kadar, yumrukları önceden arkasına sığındığı adamın yüzünde açan birkaç kan gülüne sebep olmuştu bile.
Zar zor kapıya sürükleyip öfkesiyle beraber kendisini de dışarı attığımda bile uzun bir süre kapıyı yumruklamaya, tekmelemeye devam etmişti. Onunla beraber dışarıda olmak istediysem de önce sakinleşmesini beklemem gerekiyordu. Tekrar oturma odasına dönüp yerde acıyla inleyen adama ve anneme ters bakışlar atarken Halil'in vahşi bir hayvanı andıran öfkeli inlemeleri hala dinmemişti. O an her şeyden habersiz bir şekilde uyumaya devam eden Gürkan'ın yerinde olmaktan başka istediğim hiçbir şey yoktu; ama ne yazık ki ne Halil ne de ben o kadar şanslıydık. Bu aşkta bize düşen arkada kalıp onların üzerimize yıktığı acıları göğüslemek olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
madness
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.