| Ali |
aynı gece.
Bir insana uzanmaya çalışıp her denemede kızgın demirlere dokunduğunda, demiri tutan eller kaybolsa da bir daha cesaret edemiyordun uzanmaya. Yıllarca onunla paylaştığım döşekte sırtımda onun sıcaklığını hissederek uzanırken huzura teslim olamamamın sebebi de buydu. O görünmez elin açığa çıkıp engelleri yeniden var etmesini bekliyordum. Etrafımı saran kollar olmadan, geçmişin anılarıyla dolu bu dört duvar arasında geçirdiğim gecelerde hissettiğim yokluk hala geçmişe gömülmemişti. Uykuya daldığımda bile göğsümün üzerinde dururdu o ağrı. Çünkü her köşede ellerinin izleri vardı; duvarlardaki çatlaklardan bile onun kokusu sızıyordu.
Sıcak gövdesine iyice yaslanıp ensemden kayan nefese sokuldum. Bazı şeyler zamanla eskimiyordu. Korkuya rağmen, günler, aylar, yıllar sonra bile aynı hazla sarıyordu etrafını. Yavaşça kollarının arasında döndüğümde sıcak nefesinin yeni hedefi ona dokunma isteğiyle sızlayan dudaklarım oldu. İlk kez bu yatakta öpmüştüm o titrek nefesini, ilk kez burada dokunmuştu bana.
Nefesimi hissettiğinde kapalı göz kapaklarını usulca aralayıp güzel gözlerini açığa çıkardı. O yorgunluğun içinde kendimi buldum. Ne çok eskitmişti bizi zaman. Çocukluğumuz bir gece sürmüştü sanki, o gecenin sabahında kendimizi iki koca adam olarak bulmuştuk.
Elimi yanağına kaydırıp ince sakallarını okşarken göz kapakları huzurla bir kez daha aşağı düşüşünü içim titreyerek izledim. Başımı yastıktan ayırıp dudaklarına uzanırken onun gibi benim gözlerim de karanlığa teslim oldu. Bakarak değil, tadarak gördüm güzel yüzünü. Yumuşacık bir kuvvetle alt dudağımı kavrarken göğsünden incecik bir inilti yükseldi. Belimi önceden yaptığı gibi acıtmayan bir kuvvetle kavrayıp bedenimi altına çektiğinde eli başım tekrar yastığa yaslandı. Ateş gibi yakan parmakları önce başımın üzerinde, saçlarımın arasında dolaştı, ardından ağır ağır alnıma yükseldi. Üzerinde düşen saçları geri iterken orada onun pürüzsüz alnını hissettim.
Dudaklarını fazla uzaklaştırmadan bir nefeslik mesafe açtığında "Aç gözlerini." diye fısıldadı. Sessiz emrine karşı koymadan göz kapaklarımı araladım. Karanlığın içinde parlayan kahvelerinde geçmişim, şu anım, geleceğim yatıyordu.
Dudakları buruk bir gülümsemeyle kıvrılırken "Ah be Ali," diye inledi. "El kadar çocuktum, sen bana baktığında içim eriyordu. Eşek kadar herif oldum, şu gözlere bakarken hala içim titriyor."
Yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım; olabilseydim de yapmazdım. Onun yüzüne bakıp gülümsemek için feda ettiğim her şey gözlerindeki ışıltıyla anlam kazanıyordu. Çocuk olamasam da, beni kimse sevmese de, herkes yüzüme tükürse de olurdu. Yüzüme düşen gölge onun suretine aitse hiçbir şeye itirazım yoktu.
Yavaşça bacaklarımın arasına girip diğer elini de alnıma attığında burnunu yanağıma sürttüğünü hissettim. Alıştığım, kollarında büyüdüğüm çocuk buydu işte; nefesiyle okşayarak severdi.
Zihnim her temasıyla biraz daha bulanırken "Gidelim Halil." diye fısıldadım. Uzun uzadıya düşünüp tartmadan, sadece içimde yükselen dalgaya uyarak dile getirdiğim teklif şaşkınlıkla duraksamasına neden oldu. Yüzüme yasladığı dudaklarından sızan nefes bile tutuktu. Sessizlik uzayıp can yakan bir boyuta ulaştığında ellerimi başının iki yanına yerleştirip yüzünü görebileceğim şekilde uzaklaştırdım. Çaresiz bakışları benimkilerle buluştuğunda tekrar nefes almaya başladı ama cevap vermedi.
Ali'm, diye fısıldayarak söndürdüğünü sandığım ateşin közü içten içe yanmaya devam ediyordu. Gözlerine baktıkça kuvvetlenen yangını gözlerimden okuduğunda inler gibi "Ali." diye fısıldadı. Yılgınlığı karşısında gözlerimi yüzünden ayırıp boğazımdaki yumruyu yutkunarak ezmeye çalıştım.
Anlamıştım; gelmeyecekti.
Çenemi saran parmaklar yüzüne bakmam için uğraştığında "Yapma," diye yalvardım. Bir kez daha gözlerinin içine bakarak ağlamaya gücüm yoktu.
Dudaklarını kulağıma yaslayıp "Ali'm." diye soluduğu an uzanıyor olmama rağmen düşüyormuşum gibi hissettim. Çaresizce omuzlarına tutunan elimi avucunun içine alıp parmaklarımı tek tek öptü.
"Tekrar bırakacaksan neden tutuyorsun ki?"
Hüzüne bulanan kahveleri yavaşça yüzümde dolanırken "Bırakmak istemiyorum." diye fısıldadı. "Ama ben de gidersem annem-"
"Bir tek sen varsın Halil." Parmaklarım cümlesini yarıda keserken dudaklarım çaresizce son kozunu sundu ortaya. "Annem, babam, sevgilim... hepsi sensin."
Gözlerinde yavaşça çöken duvarların gölgesini izledim ama bu çaresizlik canımı yaksa da artık görmesini istiyordum. Başkaları için vazgeçip kenara ittiklerimiz sırtımızı verdiğimiz dağlara dönüşmüştü. Elimizdeki son şansı da o yığına eklemek istemiyordum.
Başını boynuma yaslayıp ağırlığını tamamen üzerime bıraktığında bu teslimiyeti neye yoracağımı bilemeden uzanmaya devam ettim. Kollarını gövdeme sıkıca sarıp derin bir nefes aldı.
"Sen benim sadece yaralarımı sarmadın Ali." kelimelerin onun sesinde kazandığı hüzün ciğerlerime yayılan sızıya yoldaş oluyordu. Nefes bile alamadım, aldığım her soluk taş gibi oturuyordu ciğerlerime.
"Bir tek sen gördün o yaraları."
Bunu söylerken bile sesinde gizli olan amaları duyabiliyordum. Sahibinin darbelerini saygıyla sindirip ona boyun eğen bir köleden farkı yoktu Halil'in. Çaresizlik artık içime yerleşen bir his değil, ruhumu saran bir kabuğa dönüştüğünde söylenmemiş itirazları olduğu gibi kabullendim. Ne kadar uğraşsam da kafama vura vura çaresizliği öğretmişlerdi bana. O yüzden başını tutup göğsümden kaldırırken devam etmeyi değil, bu anda kalmayı seçtim. Gözlerimde akmak için hazır bekleyen yaşlarla, bir kez daha reddedilmenin buruk teslimiyetiyle uzandım dudaklarına.
Son olduğunu bilerek, her parçasını hafızama kazıyarak üzerindekileri çıkarırken, ellerim sıcak teninde yavaşça dolaştı. Parmak uçlarımın yolculuğu uzadıkça hızlanan soluklarını şarkı dinler gibi dinledim. Üzerimdekileri çıkarmak için doğrulduğunda her zaman olduğu gibi uyum sağladım ona. Bu sefer ilk kez yaptığımızda gözlerini esir alan sabırsızlık yoktu. Aksine, karakterine uymayacak bir sakinliğin içindeydi. Her hamlesini ağırdan alıyordu. Elleri vücudumun her yerini ateşe verirken nefesi su gibi akıp yanan tenimi rahatlatıyordu.
Dokunmaya çekinir gibi beni yatakta yüz üstü çevirdi. Kesik soluklarla şişen göğsünü sırtıma bastırıp alnını kürek kemiğime yasladı. Derime yayılan ıslaklığı önce ter zannetsem de sessiz hıçkırıklarını duyduğumda vardığım tüm yargılar yerle bir oldu. Onunkilerin arkasından gözlerime tırmanan yaşlara ve onun bedeniyle sarsılan göğsüme rağmen durmasına izin vermedim. Göğsündeki hırıltıyla kabul ettim arkama yasladığı sertliğini. Minik elleriyle çamurdan heykeller yapan Halil'e, yanağına buz koyduğum Halil'i ekledim; yanağımı öpen çocuğun dudaklarına, nefesimi soluyan adamın dudaklarını karıştırdım. Her şey birbirine geçti, koca bir sancıya dönüştü.
İçimde ağır ağır hareket ederken defalarca "Seni seviyorum." diye fısıldadığını duydum,ama gözyaşları nefesimi keserken cevap vermeye halim yoktu. Tenindeki ilacın yaralarımın üzerinde kan gibi yayılmasına izin vermekten başka yapabileceğim hiçbir şeye yoktu.
İkimizin de verecek hiçbir şeyi kalmadığında soğuğa rağmen giyinmeden uzandık eski yatakta. Sıcak nefesi sırtıma vurup biraz önce dişlediği noktaları ısıtırken bomboş bir teslimiyetin içinde yüzüyordum.
Uzun bir sessizliğin sonunda "Gidelim," diye fısıldadığında o sonsuz gibi görünen teslimiyet çatlayıp yıkıldı. Ama o çatlağın içinden yeni bir umudun doğmasına izin vermedim. Tereddüdümü hissetmiş gibi başını kaldırıp vücudumu kendisine çevirerek gözlerimin içine baktı.
"Sen yokken düştüğüm yerde kalıyorum Ali." dudakları yanaklarımda, kirpiklerimde, alnımda dolaşırken titrek bir nefes aldım. "Yol sana varmıyorsa kalkıp yürümenin bile anlamı yok. Al beni sana götür."
_____
ŞİMDİ OKUDUĞUN
madness
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.