7 ay sonra.
| Ali |
17.47
Kimse fırtınanın es geçtiği çocuklar kadar şanslı değildi. Koruyucu bir duvarın arkasında sakince büyüyen çocuklar, fırtınanın içinde savrulup defalarca yaralanan, düşüp dizlerindeki yaralara rağmen ayağa kalkmaya çalışan çocuklar gibi her darbenin onu güçlendireceği yalanına inanmaya çalışmazdı çünkü. İçten içe, öldürmeyen şeyin aslında güçlendirmediğini bilmelerine rağmen, gözlerinde yaşlarla yaralarını sarmaya çalışırken aynı ezberi dua gibi söyleyip durmazdı onlar.
Yaralayan her darbe insanın ruhundan bir parça eksiltiyordu. Güçlü görünmeye çalışan her insanın bakışlarında yaralı bir çocuk ağlamak için birinin dokunmasını bekliyordu. Ruhundaki izlerle lekesiz bir sayfa açmak nasıl mümkün değilse, içindeki sızıyı tamamen yok etmenin de yolu yoktu. Sadece alışıyordun o acıya. Hiçbir şey el değmemiş bir hayat gibi tam olmuyordu. Ama eksik parçaları nerede yitirdiğini düşünmeden, elindeki kırıklarla yeni bir hayat kurabiliyordu insan.
Geçmişte bıraktığım parçaları düşünmeden aksayarak da olsa yürümeye devam edebilmemin sebebi de bu alışma hissiydi. Kısa süre için de olsa çocuk olmuştum, annemin masallarıyla uyumuştum. Şimdi o sesin nerede olduğunu düşünememek, korktuğumda, üzüldüğümde ona sığınamamak eskisi kadar yormuyordu beni. Sevdiğim insanları ya toprağın altında bırakmıştım, ya da bilinmezliğe teslim etmiştim.
Anahtarı kilide takıp yavaşça çevirirken kolumun altında duran kitap her geçen saniye biraz daha ağırlaşıyordu. Günlerdir elimdeki kitapların değişmiş, ama ağırlıkları hiç azalmamıştı. Eve girip mis gibi yemek kokusuyla çarpıştığım anda üzerimdeki yorgunluk ceketimle birlikte omuzlarımdan sıyrılıp askıya misafir oldu. Kitabı kapının yanındaki alçak dolabın üzerine bırakıp içeri süzülürken mutfaktan gelen tıkırtılar içimde bir yerlere dokunuyordu. Sadece eve geldiğimde bu seslerle karşılanmak için her gün sokağa vurabilirdim kendimi.
Mutfağa girdiğimde kaynamakta olan tencerelerin üstünde uğultuyla çalışan aspiratörün ışığı dışında her köşenin karanlığa sığındığını görerek biraz daha sırıttım. Sırtı kapıya dönük şekilde ocaktaki yemeği karıştıran çocuğa sessizce yaklaşmaya çalıştım, ama içeri girdiğim anda gözleri varlığımı hissetmiş gibi yüzümü buldu. Benimkine eş bir gülümsemeyle aydınlanan suratı yapay ışıktan daha çok kamaştırıyordu gözlerimi.
Tek eliyle yemeği karıştırmaya devam ederken diğer kolunu kaldırıp oraya sığınmama izin verdiğinde kollarımı gövdesine sararak burnumu kokusuna bulanmış kazağa sürttüm. Arkada bıraktığım her insanın birleşimiydi Halil. Bu kokuda annemi, babamı, dedemi, hatta kendimi buluyordum.
Başımın üzerine sesli bir öpücük bırakırken "Nasıl geçti?" diye sordu. Birkaç dakika önce moralimi bozan gerçeklerin onun kollarında etkisini kaybetmesi içimi ısıtıyordu. Bu kolların altındayken beni hiçbir şey yıkamazmış gibi hissediyordum.
"Bütlerde geçerim herhalde." derken başımı arkaya atıp yan profilini izledim.
Keyifle sırıtırken "Siktir git Ali," diye söylendi. "Her seferinde kötü geçti diyorsun, sonra görüyoruz sonuçları." Tepkisi karşısında elimde olmadan kısık sesle kahkaha attım.
"Bu sefer harbiden kötü geçti lan."
Omzumda serbest şekilde duran kolu boynuma sarılıp başımı sıkıştırırken kurtulmak için sonuçsuz bir çabaya giriştim. Yemekle ilgilenmeyi bırakıp iki elini de beni hırpalamaya yönlendirdiğinde çabalamayı tamamen bırakıp yenilgiyi kabul ettim. Nefes nefese bir şekilde gevşettiği kolundan kurtulduğumda o hiç efor sarf etmemiş gibi sakince beni izliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
madness
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.