🍁"Ne?" Gülümsedi. "Kuşlar kulağıma bugün doğum günün olduğunu fısıldadı, ben de kutlamak istedim." Gözlerim dolunca hızla başımı çevirdim, gözyaşlarım geri gidince sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladım. "Bugün ayın 14'ü müydü? Hiç tarihe de bakmıyorum."
Başını salladı ağır ağır. "Bugün Şubatın 14'ü." Ailemin yanında çok az bir zaman kalmıştım fakat birlikte olduğumuz süre boyunca hiç doğum günü kutlamamıştık. Buna karşıydılar. Şimdi ise hayatımda ilk kez, öldüreceğim kişi benim doğum günümü kutluyordu, hem de elleriyle yaptığı pastayla.
"Hadi üfle mumları." Dudaklarımı birbirine bastırıp ilerledim pastaya doğru, tam üfleyeceğim sırada hafif geri çekti pastayı. "Dilek tuttun mu?" Başımı iki yana salladım. "Benim dileklik bir işim yok, inanmıyorum böyle şeylere." Güldü. "Olsun. İnan veya inanma, kuralları bozma." Ben de güldüm istemsizce.
Bir dilek tutup üfledim mumları, her sönen mumda dileğim gerçekleşecekmiş gibi bir umut doğdu içime. İlk dileğim...
"Doğum günün kutlu olsun Gölge. Nice mutlu yıllara." Nice mutlu yıllara. "Teşekkürler." Başımı yana eğip gülümsedim. Pastayı masaya koydu. "Hadi gel, kes." Yanına gidip bıçağı aldım, hafiften elim titreyince yumruk yapıp açtım fakat titremesi geçmediği gibi biraz daha arttı. "İyi misin sen?" Sorgu Sual faslını atlamak için bıçağı direkt diğer elime aldım.
"İyiyim, arada oluyor böyle." Muhtemelen zehir bedenimde dolaşmaya devam ettiği için reaksiyon gösteriyordu. Alkın pek yememiş gibi baksa da bir şey demedi.
Pastayı kestiğimde iki dilimi tabaklara koyup birini bana verdi. "Meyveli bu!" Üzerinde meyve yoktu fakat içinde meyveler olduğunu gördüm. Gülümsedi. "Seversin değil mi?" Benimle ilgili daha ne biliyorsun sen? "Evet, severim." Başını salladı. Pastadan bir çatal aldığımda tadının çok güzel olduğunu fark ettim.
"Güzel mi tadı?" Elbette aşırı güzel olduğunu sana söylemeyeceğim. "Yani, idare eder." Bilmişçe güldü. "İdare eder? Peki." Çocuk gibi dudaklarımı büzdüm, gülüşü biraz daha genişledi. Bir çatal daha aldım pastadan. Her hareketimi büyük bir dikkatle izliyordu. "Acaba elindeki pastaya mı baksan diyorum. Bir şey yerken birinin izlemesi aşırı rahatsız edici oluyor."
Yeni fark etmiş gibi bir ses çıkarıp başını çevirdi. "Affedersin. Rahatsız ettiğimi fark etmedim." Hep bu kadar kibar mıydı bu?
"Bunu şu an söylemem doğru mu bilmiyorum, hatta söylemem doğru mu onu da bilmiyorum." Merakla elindeki tabağı masaya bırakıp bana baktı. "Seni dinliyorum." Ben de tabağı masaya bırakıp boğazımı temizledim. "Ben gidiyorum." Şaşkınlıkla kaşları kalktı.
"Nereye?" Burukça gülümsedim. "Cehennemime." Anlamamıştı. "Açık konuşur musun?" Derin bir nefes aldım. "Maalesef tam olarak neresi olduğunu söyleyemem fakat çocukluğumun geçtiği, daha doğrusu 'öldüğü' yere dönmeliyim. Bir süreliğine." Üzülmüş gibiydi sanki. "Neden peki? Gölge, oradan kurtulmuşken neden geri dönüyorsun?"
"Görmem gereken bir hesap var. Onu halledersem ya da hiç yoktan bazı şeyleri çözersem tekrar çıkmaya çalışacağım." Başını saçma bir şey söylemişim gibi salladı. "Aptalsın. Gerçekten aptalsın! Nereden bahsettiğini bilmiyorum fakat gidersen geri dönemeyeceğini biliyorum. Bunu ben bile biliyorken sen nasıl..?" Devam edemedi.
"Döneceğim, Alkın. Döneceğim." Buna inanmak ister gibi bir ifadesi vardı. "Öyleyse sana dönmen için bir sebep vereceğim, böylece gitmene müsaade ederim." Ben ne yapacağını düşünürken bir anda belimi kavrayıp beni kendine çekti, hiç beklemeden dudakları dudaklarımı kapattı. Narin bir çiçeğe dokunur gibi nazik hareketlerle beni öperken kendime gelip geri çekildim.
Devam etseydi kendimi durduramayacağımı biliyordum. "Yapma." Sesim buğulu çıkmıştı. Boğazımı temizleyip daha net bir ses tonuyla konuştum. "Bunu yapmamalısın Alkın. Bir ölüm çiçeğini öpemezsin." 'Öyle mi' der gibi baktı. "Peki neden?" Dilimle dudaklarımı nemlendirdim. "Sen de ölürsün." Bu bir gerçekti. Sonunda o da öldüreceğim biriydi, farklı düşünceler, farklı hisler besleyemezdim ona.
"Ne yazık!" Konuşacağım sırada konuşmasına devam etti. "Ölümü göze alarak, ölüm çiçeğini seveceğim..." Bunu bana yapmamalısın ama! Nefesim düzensizleşirken zehir tekrar etkisini göstermiş olmalı ki midem bulanmaya başladı. "İyi misin Gölge?" Oradan bakınca iyi gibi mi görünüyorum? "İyiyim, ben..." Konuşmaya devam edemedim.
Burnumdan ve ağzımdan kanlar gelirken Alkın endişeyle üzerime eğildi. "Gölge! Neler oluyor, Gölge?" Ona cevap veremeden gözlerimin kararmasıyla kendimi kollarında buldum...
•-•
Aradan ne kadar süre geçti bilmiyordum, nerede olduğumu da. Gözlerim, başımdan gelen yoğun gürültüyle açıldı. Parlak ışıklar gözümü alırken elimle yüzümü kapatmaya çalıştım fakat ellerimi hareket ettiremedim.
"Merak etme... Canın çok yanmayacak." Tanıdık ses içimde bir korkunun yükselmesine neden oldu. Hayır... Hayır... Bu olamaz! Hızlanan nefesimle etrafa baktım, Profesör tüm korkutucu heybetiyle arkasını dönmüş bir şeyler yapıyordu, sonucunda canımı çok yakacak bir şeyler.
"Alin abla..." Son umut bana ablalık yapan kadına baktım. Hoş, o da sadece işi o olduğu için benimle ilgileniyordu. "Korkma canım, ben yanındayım. İşin bitince yine seninle oynarız tamam mı?" 10 yaşındaki ben korka korka başımı salladım, başımı aşağı çevirip bağlı ellerime ve ayaklarıma baktım, Alin abla hemen başımı ona çevirdi.
"Başka yere bakma güzelim, aklından kötü şeyler de geçirme." Ne demek istediğini o zamanlar anlamıyordum, el mahkumu dediklerini yapıyordum. O an istesem hepsinden kurtulacağımı bilmeden.
"Benim özel kızım buradaymış... Hiç korkma. Çok kısa sürecek bu acı, ne olduğunu bile anlamayacaksın." Elinde büyük şırıngayla üzerime gelen Profesör'e baktım. "Lütfen..." Dolu gözlerle ona bakarken elini dudaklarına götürüp sus işareti yaptı. "Şşş bir şey yok..." Yatıştırıcı olduğunu düşündüğü sesi beni daha çok korkutuyordu.
Bana yaklaştıkça nefesim mümkünmüş gibi daha da hızlanıyordu, kalbim neredeyse yerinden fırlayacaktı. "Hayır, hayır, yapma!" Tam iğneyi koluma yaklaştırmıştı ki bağırışımla çevremdeki her şey etrafa uçtu, Profesörle birlikte.
"Sen kötü bir kız olmaya başladın ama!" Kendini toparlayınca duvarın bir köşesine uçan şırıngayı alıp hiç beklemeden koluma sapladı büyük bir hınçla. "Ah!" Acı çığlığım ses geçirmez odayı doldururken gözlerimi beyaz tavana diktim. Orada bulunduğum süre boyunca en nefret ettiğim renk olmuştu beyaz...
•-•
"Uyandın mı?" Yorgunlukla inleyip başımı tuttum. "Başım çok ağrıyor." Yanımdaki koltuktan kalktı, masanın üzerinden hap ve su alıp tekrar yanıma geldi. "Al, iç." Hapı alıp direkt yuttum ve peşine suyu içtim. "Anlatmak ister misin?" Uykumda sayıklamış mıydım acaba? Yüzüne bakmak istemeyerek yerimde doğrulup ayaklarımı koltuktan aşağı sarkıttım.
"Saat kaç?" Konuyu değiştirmemi anlayışla karşılayıp sorusunu üstelemedi. "Gece 3." Çok fazla zamandır baygın değilmişim demek ki. "Ben... Daha fazla rahatsız etmeyeyim. Motora binecek kadar iyiyim, teşekkür ederim." Yanından geçip gidecekken bileğimi tuttu. Sıkmıyordu, istesem kolaylıkla elimi çekebilirdim fakat yapmadım.
"Zehir ne zamandır vücudunda?" Yani öğrendi mi? "Nasıl bildin?" Beni hafifçe koltuğa çekti, itaat edip tekrar karşısına oturdum. "Sen baygınken doktoru çağırdım, o söyledi." Başımı salladım ağır ağır. "Uzun zamandır bilmeden kendimi zehirlemişim. 2 yıl olmuştur." Daha fazlasını sormak istediği gözlerinden belliydi.
"Daha fazlasını sana söylemek istemiyorum. En azından şimdilik. Bilgiler karşılıklı." Ablam hakkında söyleyeceği gerçeğe vurgu yaparak konuşmayı bitirmiştim. Er ya da geç her şeyi öğreneceğim, sadece bu süre zarfında gerçekten kim yanımda kim değil görmüş olacağım...
✢
✢
✢
✢
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denek-15 {TAMAMLANDI}
ActionHer şey güzel geliyordu hiçbir şey bilmeyenlere, öğrenmeye başlarsan ağır geliyordu aklına. Sizce de öyle değil mi? Aklı ağrımaz mı bir insanın? Benim aklım ağrıyordu, benim aklım çok ağrıyordu. Kurtulması ve ölmesi gereken insanlar varmış, siz de o...