8

556 43 4
                                    

🍁

Buz gibi yere oturmuş boş boş duvara bakıyordum 3 saattir. Saat sabahın 6'sı olmuştu. Son söylediğimden sonra ne Alkın bir şey demişti ne de ben. Eve zor bela gelip yere atmıştım kendimi, Hayalet evde değildi.

Yerimden kalktığımda her yerim uyuşmuştu, biraz daha iyi olduğumu hissettiğimde odama gidip sırt çantama birkaç parça eşya attım, sonuçta fazla kalmayacağım değil mi?

Üzerimi değiştirip çantayı tek omzuma taktım ve odadan çıkıp kapıyı kilitledim. Mutfağa doğru giderken dış kapı açıldı, gelene baktığımda Hayalet olduğunu gördüm. "Ne o? Beyefendi yanına mı taşınmanı istedi?" Bu sıralar Hayalet'e ne oldu? "Haddini aşma." Histerik bir gülüş attı. "Normalde söylemeyecektim fakat kararımı değiştirdim." Devam etmemi bekler gibi baktı. "Ben dönüyorum, bir süreliğine."

Nereden bahsettiğimi hemen anlamış ve gözleri fal taşı gibi açılmıştı. "Saçmalama! Ölmek mi istiyorsun? Bir süreliğine ha? Bir süre sonra oradan çıkabileceğini mi sanıyorsun sen?" İç çektim. "Çocuk değilim artık Hayalet, yapabileceklerimin ve olacakların farkındayım. Hem zaten ben oradan temelli kurtulmadım ki, bunu sen de biliyorsun. İstese bana ulaşması birkaç saatini bile almaz."

Hemen önüme geçip yolumu kapattı. "Bak, özür dilerim tamam mı? Bir süredir tam bir pislik gibi davrandığımın farkındayım, özür dilerim. Gitme Mira. Bile bile ölüme gitme." Yalvarır gibi bakıyordu. Biraz daha böyle dursa ağlayabileceğimi fark edip işi şakaya vurmaya karar verdim. "Vay be! Hayalet bey bana neredeyse yalvarıyor mu, bana mı öyle geldi?"

Beklediğimi yapmayıp söylediğimi ciddiye aldı ve başını salladı. "Evet, eğer kalacaksan yalvarırım Mira. Bundan gocunmam." Yeniden gerçek adımla seslenmesi gözümden bir damla yaşın akmasına sebep oldu. "Yapma Hayalet. Gidip geleceğim. Beni öldürmek isteyen ateşimde yanmayı göze alacak." Ne yapsa vazgeçmeyeceğini anlayınca önümden çekilmek zorunda kaldı.

"Hiçbir denilene kulak asma, bizi bitirmek isteyen çok kişi var unutma. Asla ama asla aklına yatmayan bir şeye inanma." Neden böyle bir uyarı yapma gereği duydu ki? Saf birine mi benziyorum? "Hayalet? Senin kafana yolda gelirken meteor mu düştü? Kim olduğumu mu unuttun? Neye inanacakmışım ben?" Soruları birbir sıralarken gergince gülümsedi. "Sen benim minik Gölge'msin." Onaylar şekilde başımı salladım.

"Ben senin minik Gölge'nim." Arkama bakmadan kapıdan çıktım, temiz hava ciğerlerimi doldururken nefesimi tuttuğumu fark etmemiştim.

Motora binip en çok unutmak istediğim yolu ezbere gitmeye başladım.

Ormanlık yollardan geçerken arabalar yavaş yavaş seyrelmeye başlamıştı, iyice yaklaştığımda ise benden başka hiç kimse yoktu. Büyük demir kapı tüm görkemiyle karşıma çıktığında yutkundum, motoru uzak bir yere park edip yürüyerek kapının önüne geldim. Bekçi yoktu, zaten izinsiz girmeye kalkışırsan en iyi ihtimalle kül olurdun. İçerden çıkmaktan bahsetmiyorum bile, zira aklının en ücra köşesinden bile geçiremiyordun.

Kapının yanındaki duvarda el izini tarayan bir yer vardı, bunu herhangi birisi göremezdi. Elimi oraya tuttuğumda melodik bir ses çıkardı ve birkaç saniye sonra demir kapı yavaşça açılmaya başladı. İçerisi görünmeye başladıkça gün geçtikçe daha da korkunç göründüğünü gördüm. "Ben gittiğimde daha az ürkünç görünüyordu sanki."

Bahçede bu saatte fazla insan olurdu, sabah güneş doğmadan, ikindiye doğru ve güneş battıktan sonra 1 saat dışarda durmaya izin vardı. En azından ben varken böyleydi. Benden sonra gelenler merakla, benim zamanımdaki insanlar ise korkuyla bakıyordu.

Onlara aldırış etmeden aralarından giderken birisi yolumu kesti. "A aa kim varmış burada?" Tabii ki bu Alev'den başkası değildi. Yanından geçecektim ki tekrar yolumu kesti. "Nereye ya? Biraz dur sohbet edelim." Derin bir nefes alıp gözlerinin içine baktım. "Alev, sohbet etmek için bol bol vaktimiz olacak."

Bozulmuş gibi kollarını birbirine doladı. "Ama özledim seni." Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. "Seni yakan beni?" Güldü. "Evet! Garip değil mi? Neler yaşadığını biliyorum, yani hemen hemen. Bu yüzden seni suçlamıyorum. Buradan birilerini öldürmeden çıkan tek kişisin, bu yüzden seni affetmeye karar verdim."

Bu gerçekten beklenmedik bir şeydi, geldiğimde burayı bana zehir etmek için elinden geleni yapar diye düşünüyordum. "Pekala... Profesörle konuşup geleyim öyleyse." Yine de tedbiri elden bırakmamak gerekir. Bu sefer karşı çıkmadan başını salladı.

Binadan içeri girdiğimde beyaz önlüklü insanların bakışı bana dönmüştü. Çoğunu tanımıyordum. Bazılarının yüzünde her zaman korkutucu bulduğum kocaman gözlüklü bir maske vardı. Yüzlerini ve başlarını tamamen kapatıyordu.

"Gölge?" Karşımda duran kişiye çevirdim bakışlarımı. "Alin abla." Zaman onu fazla hırpalamış gibiydi, çökmüş görünüyordu. Buna rağmen güzelliğinden ve çekiciliğinden ödün vermemek için süslü şeyler giyip aşırı bir makyaj yapıyordu.

"Ah güzel kızım..." Alin abla ve Profesör her zaman bana kızım ya da ona benzer şeylerle hitap ediyordu, ailemin olmadığını, onların ise tek ailem olduğunu hatırlatmak için bunu yapıyorlardı. "Gel buraya." Kollarını açıp beni yanına çağırdı. Hâlâ mı beni seviyor gibi yapacaksın?

Oyunu bozmayıp sarıldım. Ağır parfümü burnumu sızlatırken dayanmaya çalıştım. "Geri dönmene o kadar sevindim ki! Profesör'ü mü özledin?" Alaycı bir gülüş attım. "Celladımı özledim." Mırıldanışımı duymamıştı. "Efendim?"

"Evet, evet. Onun için geldim." Anlayışla gülümsedi. "Beni özlemedin yani?" Çarçabuk kurtulmak için geçiştirdim. "Olur mu! Seni de özledim, abla." Abla derken o kadar midem bulanıyordu ki, kendi ablama doyamamışken almışlardı benden. Üstelik bunu kimin yaptığını da söylemiyorlardı, 'bir mafya bozuntusuydu' 'bunu kimin yaptığını öğrenmek istiyorsan hepsini tek tek sorgula'

Tabii sorgulama deyimi öldür anlamındaydı. Bu yüzden Alkın da bu listenin içindeydi.

Biz konuşurken çoktan laboratuvarın kapısına gelmiştik. "Profesör içeride." Bu odanın içinde tüm acılarım yatıyordu, henüz bunlarla yüzleşmeye hazır değildim. "Ben burada beklesem?" Başını salladı. "Nasıl istersen. Benim gitmem gerek, ufak bir işim var." Başımı onaylar şekilde salladığımda çoktan yanımdan ayrılmıştı.

İçeride olan bitenleri az çok tahmin ediyordum, bir sürü deney fareleri vardı ve acımadan hepsiyle oynuyorlardı. Çocuk? Büyük? Bebek? Evet bebek. Benim karşı odamda abisiyle bir bebek kalıyordu, üzerinde ne kadar çok deney yaptılarsa da bebek hepsine dayanmıştı. En son deneyde de abisine öldürtmüşlerdi kardeşini.

Tabii bunu abisine bir şey enjekte ederek yapmışlardı, neyin ne olduğunu bile anlamıyordu, kardeşi ise o zamanlar büyüdüğü için ne olduğunu anlayabiliyordu. Abisini durdurmaya çalışsa da fayda etmemişti, gözünü kırpmadan öldürmüştü kardeşini.

Kendine geldiğinde ilk sorduğu şeydi kardeşi, cevabı duyduğunda ise delirip birkaç doktora saldırmıştı. Sonu ise kardeşi gibi olmuştu, daha acı verici şekilde.

Bunları unutmak için başımı iki yana salladım. Başım ağrımıştı, boğuluyor gibi hissediyordum. Burada yapacağım ilk şey; bana verdikleri zehrin panzehrini bulmak. Hayalet yok demişti fakat illaki olur diye düşünüyordum. Panzehri olmayan zehir mi olur?

Sonrasında ise... Sonrasında ne yapacağımı düşünmemiştim açıkçası. Şu anlık sadece zehirle ilgileniyordum.

Neredeyse 1 saat olmuştu fakat içerden kimse çıkmıyordu, acaba başka bir yerde de Alin mi bilmiyor? Tam oradan gitmek için hareketlenmiştim ki kapıdan ses geldi. Nefesimi tutup içeriden çıkacak kişiyi beklemeye başladım, kulaklarım çınlıyordu ve her an bayılacak gibiydim.

Yavaş yavaş açıldı kapı, bana işkence etmek istercesine. Sonunda tamamen açılınca elinin köşesinde kurumuş kanlarla dışarı çıktı ruhumun katili adam. "Ah... Benim minik kızım gelmiş..."



















Denek-15 {TAMAMLANDI}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin