13. Bölüm "Hüzün"

42 18 17
                                    

Oy verip yorum atmayı unutmayın.

*

Acemiliğin ilk senesinin tamamladıktan sonra askerliğime son verilmesini sağlamak için uğraşıyormuşum gibiydi tüm bu yaşadıklarım. Beni sıhhiye alanına götürdükten sonra Aleyna ortadan kaybolmuştu. Beni tedavi eden doktorla baş başa kalmıştım. Ve ondan bir sürü azar işitiyordum. Kırık olmadığı için şanslıydım. Aklıma Taner Akay'ın bahsettiği yaralandığı için acemiliğine son verilen asker geldi. Bu düşünce beni ürküttü.

Doktor, bacağıma sürmem için krem uzatmıştı. Burada her şeye krem mi veriyorlardı? Ona itaat ettim ve sabaha mora bürünecek olan bacağıma yavaşça sürmeye başladım. Ancak her dokunuşumda sızlıyordu. O şeyler her ne ise beni aşağıya çeken erkek oldukça güç uygulamıştı. Yere normal bir şekilde düşsem bu kadar acı çekmezdim.

"Sizinle gelmeliydim! Sıla canıma okuyacak." diye söylendi Yunus doktorun gitmesini fırsat bilerek.

"Hayır, iyi ki gelmedin." Ona olanları anlatamıyordum. Zira emir gelmişti. Bunu kimseye anlatamazdık. Sinirle iç çektim.

"Sıla hala uyanmadı mı?" Başını olumsuz anlamda salladı. Gerisinde de konuşmadık.

Yerde yatmak çok rahatsız ediciydi. Bundan hiç hoşlanmıyordum. Ama iyi yanı gökyüzündeki yıldızları görebiliyordum. Güneşin doğmasına henüz vardı ve bu yıldızları seyretmek için en doğru anlardan birisiydi. Yıldızlar bana çok şeyi hatırlatırdı.

Halil abi ile olan kumsal kaçamaklarımız, geceleri beni çatıya çıkarıp takım yıldızlarını anlatan Yakup'u ve en önemlisi her günün sonunda hayatta olduğumu hatırlatmak istermişçesine parlamaları. Ama bu gece öyle bir parlıyorlardı ki 'Bu hayatın sana verdiği son tavizdi. Bir sonrakinde bu kadar şanslı olamayacaksın.' diyorlardı.

Gözlerimi kapattım ve biraz uyumak istedim. Rüyalar arasında dolaşırken burnuma terle karışmış hoş bir koku doldu. Çikolataya benzettiğim ama daha hoş olan bir koku. Yakup'un kolları arasında olduğumu hissettim. O sıcak ve samimi olan göğsüne tekrar temas ediyordum. Sanki aradan yıllar geçmiş gibiydi. Gözlerimi yavaşça araladım. "Yakup?" dedim fısıldayarak. Bakışları hemen bana indi. Kafam omzundaydı ama bana çok uzaktaymışım gibi bakıyordu. Belki de öyleydim.

"Madem uyandın bana yaptığın şeyi açıklaman gerek." Yavaşça beni yere bıraktığında motoruna geldiğimizi gördüm. Sanırım ayrılıyorduk. Çoktan güneş doğmuştu. Herkes toplanmış, çoğu akrep ayrılmıştı. Geriye birkaç mutant kalmıştı. Buna bende dahildim.

"Dönüyor muyuz?" dedim şaşırarak. Gerçi neyine şaşırıyordum ki? Onca olaydan sonra göreve devam etmemizi mi?

"Evet. Buraya çocukları getirmeden gelmeliydim." Çocuk mu? Kaşlarım çatıldı. İşaret parmağımı ona sallayarak konuşmaya başladım.

"Çocuk olan biz miyiz? Buraya sözde beni sığınakları göstermem için getirmiştiniz. Buna tamamım. Ama sonra diğer acemileri çağırdın. Sence bizi yem olarak getirdiğini anlamadık mı? Biz burada Turunculara ziyafet çektirirken diğer mutant grubu asıl bölgeye gidecekti. Hayatım zaten tehlikedeydi. Peşinden gelip sana hesap sormak istememle bir şeyler değişmeyecekti."

Bizi duyduklarını belli eden mutantlar yavaşça uzaklaştı ve kamp alanından ayrılmak için acele etmeye başladılar. Bunu Yakup onlara dönüp bir bakış attığında fark etmiştim.

"Sizi yem olarak getirmedim Eren. Asıl görevimiz cidden buydu. Bahsettiğin diğer mutant grubu asıl yemdi." Bana birkaç adım yaklaştı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. Baş parmağıyla elmacık kemiğimi okşuyordu. Kara deliğe andıran gözleri kızarmıştı. "Sen ağladın mı?" dedim fısıldayarak. Zira bu yakınlık tüm öfkemi alıp götürmüş, beni rahatlatmıştı.

Duvarlar - TAMAMLANDI.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin