Küçük bir çocukken mahallede oynarken düşüp dizimi kanatmıştım. Annemler evde olmadığı için ablam sırtına alıp koşarak eczaneye götürmüştü beni. Ben dizimin acısından, o ise korkudan ağlarken eczacılardan biri yanımıza gelip teselli etmeye çalışmıştı ablamı. Diğeri ise dizimi açıp tentürdiyot döktüğü gazlı bezle toz toprağa bulanmış yaramı temizlemeye başlamıştı.
Sızlayan dizim yüzünden acı bir çığlık dudaklarımdan koptuğunda, yaşça önümdeki eczacıdan büyük olan bir adam yaklaşmıştı yanımıza. Önümde durup susmamı bekleyen eczacıya yaklaşıp şöyle söylemişti:
"Biraz yavaş ol. Şimdiden canının yanmasından korkmasın, büyüdüğünde zaten fazlasıyla yakacaklar canını."
Ardından gülümseyip ellerini cebine sokarak rafların arasına dalmıştı. Şimdi o adamı bulmak ve geçmişte dizimin acısıyla uğraştığım o eczanede, kalbimin acısıyla uğraştığımı söylemeyi öyle çok isterdim ki...
Yine de bunun yerine elimdeki ilaç kutularını dalgın hareketlerle rafa yerleştirmeye devam ettim. Arkadan üzerindeki beyaz önlüğü çekiştirerek çıkan Cihan ise aklımdan geçenlerden oldukça bihaberdi.
"Bitti mi?" diye sorduğumda gülümsedi ve kafasını aşağı yukarı salladı.
"Ben de bittim ama. Ramazan'da bu kadar toza maruz kalmak iyi gelmedi."
Hala elimdeki ilaç kutularıyla uğraşırken hafifçe gülümsedim. "İftara pek kalmadı be, biraz dinlen geçer."
"Allah razı olsun, daha iyi teselli duymadım."
Kıkırdadım ve son ilaç kutusunu rafa koyup önüme döndüm. Ellerimi önümdeki masanın kenarına yaslarken iç çektim. "Ne diyeyim Cihan? Sen de..."
Ortadaki koltuklardan birine kendini sırt üstü bıraktığında gözlerimi devirdim ve beni umursamayışını boş verdim. Sandalyeme oturup telefonumu elime aldığım sırada tekrar seslendi.
"Nazlı?"
Ekrandaki bildirimlerden kafamı kaldırmadan, "Hım?" diye mırıldandım.
"İftara neredesin?"
Gözlerimi telefonumdan çekip ayağa kalktım ve uzun tezgahta Cihan'ı görebilecek kadar yükseldim. "Evde?"
Ona baktığımı fark ettiğinde yattığı yerden doğrulup tişörtünü düzeltti. Ellerini de dalgalı saçlarından geçirmeyi ihmal etmeyip konuştu. "Dışarıda, birlikte yapalım mı diyecektim..."
Gözlerimi sıkılgan bir havayla devirip eski yerime oturdum. Bugün içimde garip bir sıkkınlık vardı ve iftardan sonra kendimi sadece yatağıma gömme planları kuruyordum. Tekrar telefonu elime alırken omuz silktim.
"Akşam akşam Sude ve seni çekemem. Belki başka gün."
Beklemeden konuşmaya devam etti. "Sude'nin geleceğini söylemedim ki."
Kaşlarımı çattım. Ne demek Sude yok?
Yerimden kalkmadım fakat yüz ifademi de yumuşatmadım. "Nasıl yani?"
Birkaç saniye boyunca sessiz kaldı. Kafamı yukarı çevirip tezgahın üzerinden ona bakacakken hemen önümde bitti. İrkildim fakat belli etmeden eski halimi aldım. Kollarını önümdeki tezgaha yaslayıp gözlerini benden kaçırarak konuşmaya girdi.
"Yani..."
Ardından sözleri birkaç tıkırtıyla bölündü. Refleksle hemen arkasını dönüp camdan duvara baktı. Gördükleri her neyse, kafasını önüne düşürüp sesli bir soluk vermişti. Tekrar kafasını kaldırıp tezgahtan uzaklaşırken savuşturur gibi, "Arkadaşın geldi," diye mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Uçak | Texting
ChickLitUçakçı: Güzellik görecelidir Feri. Uçakçı: Marifet güzel olmakta değil, özel olmakta.