Kötü.
Kötü hissediyordum.
Onunla geçirdiğim onca güzel anının tam tersine bu kez çok kötü hissediyordum. Şu an burada olma sebebim bile yetiyordu kötü hislerimin sebebi olmaya, yine de ağlayıp zırlamamayı seçtim.
Melek teyze yanıma gelip koluma dokunduğunda irkildim.
"Nazlı, iyi misin?"
Usulca başımı sallayıp gülümsedim. "İyiyim, iyiyim. Sanırım biraz burukluk var içimde."
Bunu söylememle onun da gözlerini dalga dalga hüzün kapladı. Pü, ben onu sen de üzül diye mi söyledim?
"Kader kısmet be güzel kızım," dediğinde kendime sinirlerek tırnaklarımı avuç içlerime batırdım. "Askerliğini yapması lazım, baban haklıydı."
Babama ben de hak veriyordum fakat yıllar sonra kavuştuktan sonra bir altı ay daha ayrılacak olmak zoruma gidiyordu. Gereksiz olduğunu biliyordum fakat geri duramıyordum. Başımı katılırcasına salladım.
"Sağ salim gidip dönsün de..."
Dua gibi mırıldanışımın ardından bu kez Melek teyze benim gibi başını salladı.
Ali Sina'nın evindeydik, yani lojmanda. Yarın askere uğurluyorduk onu ve bu gece de asker eğlencesi yapmak istemişlerdi. Daha akşama çok vardı ve zaten küçük bir kutlama yapılacağı için neredeyse tüm hazırlıklar tamamdı. Bir şey hariç.
Ve işte ben de o yüzden buradaydım, ne kadar istemesem de.
"Nazlı?" diyerek oturduğumuz odaya başını sarkıttı Batuhan. Gözleri benden sekip Melek teyzeye takıldığında saygılı bir baş selamı verdi, ardından yine bana döndü. "Haydi, Ali Sina seni bekliyor."
Yerimden kalkmak, o odaya gitmek ve benden istediği şeyi yapmak istemiyordum. Başkasını neden istemiyordu?
Melek teyze benden önce ayaklanıp elini bana doğru uzattı. "Hadi kızım, geçelim biz de." Asık suratımla birlikte lafını ikiletmeden ayaklandım. Batuhan da bizim kalktığımızı görünce odaya girmişti.
Melek teyzenin havadaki eli sırtıma yerleştiğinde tıpkı onun zoruyla gidiyormuşum gibi görünüyordu. Belki öyle denilebilirdi çünkü gerçekten istemiyordum bunu. Ama Ali Sina'yı onunla geçirdiğimiz bu son günde de kıramazdım.
Omuzlarıma varana kadar kapattığım şalın ucunu düzgün dursa da çekiştirdim, bu benim can sıkıntısında yaptığım ikinci şeydi. Birincisi zaten tırnaklarımı avuçlarıma batırmaktı. Şalımı rahat bıraktıktan sonra derin bir nefes aldım ve odanın ortasına koyulmuş sandalyeye diktim gözlerimi.
Ah, hayır Nazlı. Sinirden ağlayamazsın.
"Feri," diye yumuşak bir ses duyduğumda Ali Sina'nın gelip tam karşımda durduğunu ancak fark edebilmiştim. Bakışlarımı sandalyeden çekip onun lacivert gözlerine çevirdim. En az benimkiler kadar buruktu fakat benden istediği şeyden vazgeçmiş gibi durmuyordu yine de.
Tek elini uzatıp elbisemin eteğine doladığım elimi tuttuğunda bakışlarım bir saniye olsun ayrılmıyordu yüzünden. Parmaklarını benimkilere iyice sardı ve gözlerini benimkilere dikti.
"Üzgün olmakta haklısın. Yine ben gidiyorum, yine sen kalıyorsun ama bu sefer başka. Bu sefer geri dönmek için sebebim çok daha büyük, ve senin de beni beklemek için. O yüzden lütfen, senden istediğim son şeyi reddetme."
"Son da ne demek?" diye çıkıştım, cümlesini bitirir bitirmez. "Son diye bir şey yok Ali Sina, bizim için hiçbir zaman da olmadı."
Sinirlerim altüst olmuştu. Bu askerlik mevzusunun ne zaman konusu açılsa sebebini benim bile anlamadığım bir öfke doluyordu damarlarıma. Kızgınlığım üzerine düşen vazifeye değildi, ondan ayrı kalmak istemeyen bencil yanımı sustururken acısını çevremden çıkarıyordum.
Dudakları duyduklarıyla kıvrıldı ve tatlı bir tebessümü yakışıklı yüzüne takındı. "Tamam," dedi yarı güler bir biçimde. "Son diye bir şey yok."
Onun gibi gülümsemeye çalıştım fakat başarılı olduğum söylenemezdi. Gözlerim yüzünden tırmanıp dalgalı, koyu sarı saçlarında durdu. İşte o zaman yüzümde aslında hiç olmayan gülüşün dahi solduğunu hissettim.
Yutkundum.
Fark etti.
Elini elimden ayırmadan beni ortaya koydukları sandalyenin önüne çekti ve kendi oturdu. Ben hala yapmak istemediğim o şey hakkında tek kelime etmezken o benim gibi susmayı tercih etmedi.
"Zor değil," diye mırıldandı boşta kalan elini saçlarına daldırırken. "Zaten 3'e vuracaksın, makine çok zorlamaz seni."
Başımı reddedercesine iki yana salladım. "Hayır, zor." Dudaklarımı birbirine bastırıp yutkundum. "Anlamıyorsun. Senden ayrılmak düşüncesi beni zaten yıpratıyor, neden saçlarını da benim kesmemi istiyorsun?"
Gülümsedi bir kez daha. Fakat bu kez söylediklerime hak verir gibi bakmıştı. Başını hafifçe salladı konuşmadan hemen önce.
"Zor Feri'm, zor ama sen de beni anla. Buradan gitmeden önce senden bir şeyler biriktirmek istiyorum. Çok özel ve kalıcı değil belki ama saçlarımı kaybederken de sen ol yanımda."
Sustum. Hak verme sırası bendeydi. Sözleriyle hem kalbim yumuşacık oluyor hem de eriyip gidiyordu. Hissettiklerimi tasvir etmem imkansızdı. Sadece sustum ve sesli bir soluk bırakıp kabullenircesine başımı salladım.
Öyle bir konuşma içerisinde kalmıştım ki odadaki Melek teyze, Batuhan ve Emre'nin varlıklarını unutmuştum. Neyse ki tek kelime dahi etmemiş, aramızdaki diyaloğa müdahale etmemişlerdi.
Batuhan beyaz bir örtüyü Ali Sina'nın boğazına sarıp sabitlerken, Emre ayarını yaptığı tıraş makinesini bana uzatmıştı. Usulca aldım elinden ve sandalyenin arkasına geçtim.
Saçlarına hep hayran kalmıştım. Her daim özenli ve parlaklardı. Dalgası hiç bozulmuyor gibiydi, şimdi de öyleydi fakat birazdan bahsedebileceğim bir dalgası bile kalmayacaktı. Sertçe yutkundum ve makine olmayan elimi saçlarına daldırıp dudaklarımla bir öpücüğü saçlarının arasına karıştırdım. Artık başlama zamanıydı.
Emre düğmenin yerini gösterdikten sonra baş parmağımla açıp derin birkaç nefes aldım. Hazır değildim fakat öyle olduğunu sandığım bir zamanda ensesinden başlayarak gezdirmeye başlamıştım saçlarının arasında makineyi.
Bu...
Çok ütopik bir andı.
Uzun, dalgalı tutamlar yerinden kopuyor; elime çarpıp yere düşüyorlardı. Sızlayan burnuma dur demeye çalıştığım sırada Ali Sina'nın omuzuna yasladığım elime uzanıp hafifçe okşadığını hissettim. Ondan güç alıyordum ve bunu hareketlerime yansıttım.
Durmadım ve her yer aynı oranda kısalana kadar dolaştırdım makineyi. Saçları gittikçe içim çok daha tuhaf oluyordu. Bilmiyordum sebebini, askere gitme düşüncesi ilk kez bu kadar somutlaştığı içindi belki de. Elimi çenesine koyup destek alarak son kez kestim saçlarını ve ardından beklemeden kapattım.
Bitmişti.
Saçları artık kısacıktı.
Makineyi Emre ben fark etmeden elimden almıştı, diğer elimse hala Ali Sina'nın çenesiyle yanağı arasındaki o bölgedeydi. Boşta kalan elimi de uzatıp diğer yanağına yasladığımda beklemeden ellerini, ellerimin üzerine kapattı.
"Hazırız," diye mırıldandım içimdeki tüm kızdığım o hisleri bir yana iterek. Bu saatten sonra çocuk gibi sitem etmenin bir anlamı yoktu. Yüzümü eğip göğüs hizama gelen başına dudaklarımı bastırdığımda kısa saçları dudaklarıma batmıştı. Umursamadan sözlerime devam ettim.
"Sen asker olmaya, ben asker yareni olmaya."
...
Selamun aleyküm.
Şu sıralar sürekli uzun bölüm yazıyordum fakat bu bölüm bu kadar kalsın istedim.
Sizce veda sahnesini yazayım mı atlayayım mı?
Bölüm hakkında düşüncelerinizi yazabilirsiniz ✨
Bir de Instagram grubumuza gelmek için @beyzevevisneleri hesabımla iletişime geçebilirsiniz.
Hayırlı Ramazanlar, Allah'a emanet olun 💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Uçak | Texting
ChickLitUçakçı: Güzellik görecelidir Feri. Uçakçı: Marifet güzel olmakta değil, özel olmakta.