"Neredesin Nazlı?"
Ece'nin sakin kalmaya çalışır gibi çıkan sesi yüzünden rahatlamıştım. Omuzlarımı düşürüp belli etmeden büyük bir soluk verdim fakat rahatlamamam gerektiğinin de farkındaydım.
"Çıkıyorum şimdi," dedikten sonra telefonu kulağımdan uzaklaştırıp koridorda gördüğüm annemi durdurdum. Ece'nin duymayacağını umduğum bir sesle, "Bonemi bulamıyorum," dediğimde telefondan gelen fısıltı yüzünden tekrar kulağıma yasladım.
"Tamam o zaman, bekliyoruz. Allah'a emanet."
"Tamam kankacığım, hazırım ben de. Sen de Allah'a emanet ol."
Telefonu kapatıp yatağımın üzerine atarken hala koridordaki yerinde durup sen akıllanmazsın bakışlarıyla beni süzen anneme döndüm. Dudağımı büküp, "Ne?" dedim tavrına karşılık.
Gözlerini kısıp dudaklarını sıktı. "Daha boneni bulamamışsın, feracenle oradan oraya koşturup duruyorsun ve Ece'ye hazırım mı diyorsun? Sen iyice yoldan çıktın."
Gözlerimi irileştirdim bulunduğu yerden ayrılıp mutfağa giren bedenini izlerken. "Anne o nasıl laf ya!" Odamın açık kapısından çıkıp peşinden mutfağa girdim. "Tövbe estağfurullah ya."
Ocaktaki tencereyi karıştırıp altını kapattıktan sonra kolunun tersiyle beni itip tezgahın üstündeki tencere kapağını aldı. Bense beni itmesini gözardı edip tekrar dibinde bittim.
"Ne yanlışımı gördün?"
Duraksadı. "Tembelsin?"
Gözlerimi devirdim. "Eczacılığı da sen kazandın zaten anne."
Umursamayan tavrı devam ediyordu. Bu demek oluyordu ki daha yiyeceğimiz çok laf vardı. Orucuz ya, ne kadar yemek yiyemiyorsak o kadar laf yiyoruz elhamdülillah.
"Kız onu mu diyorum ben?" Kolundaki hayali saate diğer elinin iki parmağıyla birkaç kez vurdu. "Kıza evden çıkıyorum dedin, hala bana laf yetiştiriyorsun. Gören inanmaz evleneceğine."
Evleneceğime mi? Bir dur anne, hatırlatma ya.
Ben anlatmadım değil mi? Geçen akşam Ali Sina ve ailesi bize gelmiş, iki aile bizim hakkımızda konuşulmadık şey bırakmamıştı. Hatta teravihten sonra camiinin yanındaki kamelyada da devam etmişti bu muhabbet. Aileler yavaş yavaş birbirini tanıyor ve aynı zamanda bizim için planlar yapılıyordu. He valla, biz yani Ali Sina ve ben.
Son karara göre her şey belliydi; bayramda Allah'ın izniyle nikahımız kıyılacak, sıra Ali Sina'nın asker hazırlıklarına gelecekti. Bu süreçte de bizim mahrem oluşumuz hepimizin işine yarayacaktı. En çok benim olabilirdi, her şey böylesine rayına oturmuşken bana helal bile olmayan birini aylarca beklemek çok zor olacaktı. Bu karar bize de sorulduğunda dünden razıymış gibi, yine de daha mütevazı bir şekilde, kabul etmiştik. Ali Sina zaten yerinde duramıyordu. Bayrama da bir hafta kadar kaldığını hesap edersek... Heyecandan ölmediğimize şükretmek lazımdı.
Annemi bir şekilde başımdan savabildiğimde dediği gibi hızlıca hazırlandım. Bonemi ise komodinin üzerinde bulmuştum, e baktım ben buraya?
Zar zor bulduğum bonem, şalımın bugün ütülemiş olmama rağmen kırışık durması, başıma iğnelerken iğnenin parmağıma batması, annemin iğneden daha sivri lafları gibi küçük detayları atlarsak aslında gün gerçekten güzel bir gündü! Bayağı güzel bir gün.
Sinirle dağılan odayı bir çırpıda topladıktan sonra parmağıma batan iğnenin kanatmamasını şükür sebebi sayarak çıktım evden. Yaşadığım onca strese rağmen heyecanlıydım, sonunda Ecelere iftara gidiyorduk ve bütün ekip orada olacaktı. Ali Sina'ya Kerem'i sorduğumda, teklif ettiğini fakat Elçin'le konuşmadan böyle bir yemeğe katılmasını uygun bulmadığını söylemişti. Sanırım artık işlerine karışmamamız gerekiyordu. Hem...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Uçak | Texting
Literatura KobiecaUçakçı: Güzellik görecelidir Feri. Uçakçı: Marifet güzel olmakta değil, özel olmakta.