Günlerimin sıradan geçtiğine neredeyse inanmaya başlayacaktım.
Benim ulan, benim! Nazlı Feri'nin bir günü, günlerdir çok monoton ilerliyor! Bu terste bir işlik olmalı!
Sıkıntıyla nefes verdim. Belamı mı arıyordum bilmiyordum fakat sanırım ben olayların içinde olmaya, her daim birileri tarafından heyecan içine sokulmaya fazla alışmıştım. Ali Sina ve benim evlilik hazırlıklarımız ailelerimiz tarafından ufak ufak başladığından beri hiçbir dert, hiçbir sıkıntı uğramıyordu kapıma. Annem Ali Sina'yla görüşüp konuşmama da eskisi kadar kızmıyordu. Ali Sina her ne kadar bu durumdan memnun gibi dursa da ben onun kriz anındaki şebek hallerini seviyordum.
Evet, bazen belamı aramak hoşuma gitmiyor değil yani.
Marta girmemize az kalmıştı. Zaman hızla akıp giderken benim yaptığım tek iş eczanedeki görevimi yerine getirmekti. İç geçirerek çenemi elime yasladım ve önümdeki birkaç kağıdı gözden geçirmeye başladım.
Öğleden sonra ortama çöken sakinlik de içimdeki bela arayışını pekiştirirken gözlerim telefonuma kaydı. Ali Sina'ya mesaj atsam acaba beni alıp götürür müydü uzaklara?
Derken düşünceli tavrımı bölüp sabahtan beri içimde olan sıkıntıyı gideren, eczaneden bir hışımla içeri giren dört adamdı. Gözlerim direkt olarak kapıya dönerken gördüğüm yüzlerin tanıdıklığı ve vaziyeti beni adeta yerimden sıçratmıştı.
"Ali Sina?"
Ayağa kalkıp derhal tezgahın arkasından çıkarken gözlerim yarı baygın ayakta dikilen Ali Sina'nın yanındaki Batuhan, Emre ve Kerem'e değip geçti. Ama umurumda olan onlar değildi, neredeyse ayakta durmakta bile zorlanan Ali Sina'ydı.
Batuhan, "Nazlı..." diye söze girdiğinde onu bölüp Ali Sina'nın önünde durdum. Ellerimi yüzüne yerleştirip bana bakmasını sağlarken endişeyle söylendim.
"Ne yaptınız çocuğa? Neyi var böyle?"
Ben onun yüzüne kalbimdeki tüm endişeyle bakarken Ali Sina derin bir nefes alıp tek elini boynuma yerleştirdi ve gülümsemeye çalışarak alnıma ufak bir buse kondurdu. "Bir şey yok güzelim," diye güçsüz bir sesle mırıldandı. "Tansiyonun düştü galiba."
Şu halde bile gelip bana öpücük vermesi hoşuma gitmişti. İçimdeki sıkıntı tabii ki geçmemişti ama dikkatimi dördünün de üzerindeki futbol kıyafetleri çektiğinde kaşlarımı çattım. "Futbol mu oynuyordunuz siz? Doğruyu söyle, başka bir şey olmadı, değil mi?"
Endişem bir gram olsun eksilmezken Emre homurdandı. "Ya bunun hanımcı olmasından yeterince bunalmamışız gibi Nazlı da kocacı çıktı ya. Böyle ilişkiye ne edeyim ben!"
Yüzümü buruşturup taklidini yaptım. "Seni de göreceğiz sarı fırtına."
Gözlerini alayla kısıp omuz silkti. Ona fazla takılmayıp Ali Sina'ya döndüm tekrar. Üzerinde ince ve terden üzerine yapışmış bir tişört, altında ise dizlerine kadar gelen spor bir şort vardı. Islak koyu sarı saçları alnına düşüp oraya yapışırken koyu mavi gözleri biraz daha açık mavi görünüyordu. Solgun yüzüne her baktığımda içim cız ediyordu sanki, onu hasta görmeye hiç alışık değildim.
"E hadi Nazlı," diyerek Ali Sina'ya olan bakışlarımı bölen Batuhan'a döndüm ve anlamsızca bakıp başımı salladım. "Tansiyonunu falan ölç diye getirmiştik kocanı, yüzüne uzun uzun bakıp özlem gider diye değil. Eczacı değil misin sen?"
Dudağımı büktüm. "Öyleyim, değil mi?"
Batuhan gözlerini devirdi ve kafasını salladı. "He Nazlı, öylesin. Ey Allah'ım ya..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıt Uçak | Texting
ChickLitUçakçı: Güzellik görecelidir Feri. Uçakçı: Marifet güzel olmakta değil, özel olmakta.