~>Merhaba Dostlarım ♥️ Hoşgeldiniz. Umarım okurken keyif alır ve heyecanın doruklarına ulaşabilirsiniz. Okurlarım, dostlarım inşallah beni bu yolculuğumda yalnız başıma bırakmazsınız ve büyüyerek kocaman bir okur ailesi olabiliriz. 🌹 iyi okumalar diliyorum ve sizleri ilk göz ağrım olan İsimsiz'im ile baş başa bırakıyorum.
~~~~~
Okumaya başladığınız tarihi bu paragrafa yorum olarak bırakabilirsiniz 🌺❣️
~~~~~
Bu sabahta diğer tüm sabahlardan farksız uyandım. Zayıf ve güçsüz bedenim sanki yatağımla bütünleşmiş ve tümüyle bana meydan okuyor gibi hissediyordum. Ne kadar doğrulmaya çalışsamda başarılı olamadım. Tamamıyla yerçekimine yenik düşüyordum. Hâla yattığım yerden derin bir nefes almaya çalıştım ancak olmadı. Vücudum kirli, boğuk havayı reddediyormuş gibi görünüyor ve göğsüm yükselmiyordu. Ne kadar yüzeysel nefes alırsam, şu boğucu ve kirli havadan ne kadar kaçınırsam o kadar uzun yaşayabilirdim. Biliyorum... Bu davranış artık bilinçdışı bir hareket olmuştu benim için. Nefes alıyordum evet ancak havanın ciğerlerimde dolaşmasına izin vermeden kusuyordum pisliği. Dalgalı, simsiyah saçlarım bakımsızlıktan keçe gibi olmuş, epeydir kuaföre gitmediğim için kaküllerim göz kapaklarıma dökülmeye başlamıştı. Saçlarım yüzümü kaşındırdığı için üflediğim anda sırtımda feci bir ağrı ve güçlük hissettim. Gözlerime dökülen kaküllerim, oradan da ciğerlerime saplanmıştı sanki. Ancak öylesine alışkındım ki hissettiğim bu tarifsiz sızıya, yüzüme bakarak anlamanız mümkün değildi hissettiklerimi. İfadelerim donuk, bakışlarım sabit... Zaten bakabileceğiniz bir yüzüm de yoktu. Bu ağrı her sabah benimle birlikte uyanıyor ve günüme benimle eşlik ediyordu. Hatta son senelerde uykudan uyandığım vakit nefes alırken güçlük çekmedigim bir günü bile anımsayamıyordum. Her uyanış, son nefesimi vermek gibiydi ve bu ağrı sanki her zaman benimleydi. Sanki böyle doğmuştum. Her sabah bedenim ve ruhum, her hücrem delicesine reddediyordu bu hayatı. Ya da ben öyle hissediyordum. Henüz alnımda çizgilerin oluşmadığı gencecik bir yüzüm, yaşlı, güçsüz, yorgun bir bedenim vardı. Belki de yine sadece kendimi öyle hissediyordum. Hiç kimse böyle şeyler söylemiyordu. Aslına bakarsanız hiç kimse hiçbir şey söylemiyordu. Söyleyemiyordu. Hiçbir şey kesin bir şekilde doğru olarak gelmiyordu artık bana. Boynum havanın soğukluğundan kaskatı olmuştu. Güçlükle kapıya doğru başımı çevirdiğimde kapının üstünde asılı duran eski, ahşap, sarı metal sarkaçlı saati gördüm. Saatin altındaki sarkaç aksayarak, takıla takıla sağa sola gidip geliyordu. O bile düzgün çalışamıyordu. O da istemiyordu burada olmayı. Bu zamanda yaşamayı, bugünü reddediyordu her saniye. Bu ülkede, öylece duvarda asılı duran bir saat bile zamanı değiştirmeye çalışıyordu. Burada var olmak istemiyordu. Bir süre sarkacın hareketlerini takip ettikten sonra hipnoz olmuş gibiydim. Saatin kaç olduğuna bakmadan birkaç hamle yaparak yatakta doğruldum ve oturdum. Ayak parmaklarımın soğuk zemine temas etmesi ile irkildim. Soğuğu zaten vücudumda hissediyordum ancak fiziksel temas aniden açılmamı sağlamıştı. Bir saniye içinde artık uykulu halimden eser kalmamıştı.
Güneşin batmasına tam tamına 17 saat vardı. Güneşin yeryüzünü aydınlatıp aydınlatmamak arasında kararsız kalmışlığıyla güya gündüz dediğimiz loş bir hava hakimdi. Geceleri ise olabildiğinde karanlık, gözlerin başka bir gözü göremeyeceği kadar karanlık. Yine yine yine... Her zamanki gibi bitmek bilmeyecek bir güne daha başlamıştım. Hizmet binasına ulaşmak için 20 dakikam kalmıştı. Hızlıca dolaba yöneldim. Geç kalamazdım. Hata yapma lüksümüz yoktu ve hiçbir zaman da olmamıştı. Acılar içinde ölmek veya sürünerek yaşamak istemeyen herkes itaat ederdi. Ve bende o korkunç maskeyi takmak istemiyordum. Dolabı açar açmaz hemen karşımda duran mavi, üstünde güya bulut desenleri olan kazağımı ve soluk siyah kumaş pantolonumu aldım, çabucak giydim. Hemen masanın üstünde olan saç tokasına saçlarımı tutturdum ve kapıya yöneldim. Kapının kenarında bulunan küçük dikdörtgen şeklindeki bölmenin kapağını sürüyerek açtım. Şanslıydım! Bugün bana sadece iş maskesi gönderilmişti. Aldım hemen yüzüme geçirdim ve asansöre binerek binadan çıktım. 14 blok sonra asansörden indiğimde artık iş yerindeydim. İş yerindeki serin koridorlardan geçerken, beton zeminde yankılanan adımlarımla birlikte düşüncelere daldım. Gözlerim, gri duvarların arasında sıkışan bir pencere aradı ancak bulamadı. Koridorun havası, Hizmet Binasının monoton sesleriyle dolup taşarken iş yerinin uzun koridorunun içindeki karanlığı solumaya devam ettim.
Yöneticinin ofisine girdiğimde Murat Bey'in masasının üzerinde parıldayan kalemleri ve kağıt yığınları arasında göz gezdirerek kendisini aradım. Murat Bey oldukça yapılı, uzun boylu, esmer teninin üzerine dökülen siyah saçlarıyla her zamanki gibi çekiciydi. 34 yaşındaki bir erkek için daha genç gösteriyordu vücudu. Yüzünü ve sesini en çok merak ettiğim adam. Her gün aynı ofiste çalışıp yüzünü bir kez bile göremediğim, sesiyle kulaklarımı bir kez şenlendiremediğim bu adama içimde anlamsızca derin bir hayranlık besliyordum. İçimdeki merak duygusu beni suç işlemeye teşvik ediyordu her sabah. "Günaydın" diyerek seslendiğimde onun sessiz gülümseyişini hayal ettim. Sesini bir kez olsun duymamış olmama rağmen gülümsemesinin devamında bir "Hoşgeldin" cevabı duyduğumu hayal ettim. Kafamdaki düşüncelerden kurtulabilmek için üzerimdeki ceketi çıkartıp hemen kahve otomatının yanına gittim. Ofis, daireme göre nispeten daha iyi bir sıcaklığa sahipti. Üzerimdeki kazakla burada fazla üşümeden çalışılabilirdi. Aslında soğuğa da bir nevi alışmıştık. Otomatın yanına doğru geçerken henüz iş gününe başlamadan evvelki son dakikalarda koridorlarda koşuşturan diğerlerini gördüm. Her biri aynı gri tonlu beton duvarların içinde hapsolmuşa benziyordu. Aralarında göz teması kurma girişimleri bile yoktu. İnsanlarla bir kaç dakikalığına rastlaştığım ancak kafamı kaldırıp gözlerinin içine bile bakamadığım bir yerdi burası. Bir sürü insan geçiyordu her gün gördüğüm ve asla tanımadığım. Canım kahve otomatı. Cebimden çıkarttığım jetonu, otomatın deliğinden aşağıya ittirdim. Bileğimi kaldırarak göz ucuyla kalan jetonlarımın sayısını kontrol ettim. Otomattan gelen tıkırtılar sonrasında sıcacık kahve, soğumuş bardakla buluşarak etrafa keskin kokulu buharlar yaymaya başladı. Sıcak kahvemin bardaktan yükselen buharı, bu donuk atmosferi bir anlığına delip geçti. Bardağımı sıkıca kavradım, içimdeki donuk ateşi canlandırmak için. Bu sabah sert bir kahve içmem gerekiyordu. Yoksa kafamı karıştıran bu tilkilerle yakalanmam an meselesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsimsiz| Kat: 101
SciencefictionYüzüm benden alındığında ve hatta çalındığında 6 yaşındaydım. Devrimin son zamanlarını allak bullak görüntüler şeklinde silinmiş örüntülerle hatırlayabiliyorum. Direniş gösteren herkes katledilmişti. Direnişçilerden birisi de annemdi. Annem benim yü...