Bölüm 26

601 28 2
                                    


        Genç kadın ve adam öğle saatlerinde başkenti tepeden görebilecekleri yüksekçe bir yere varmışlardı. Kumsal manzaranın bu kadar güzel olmasını beklemiyordu. Gülümseyerek yanı başında dikilen adama baktı. O da gülümsüyordu. Sanki ayrılmayacaklarmış gibi.

"Küçükken hep duvardan atlar ve bu ağacın tepesine çıkardım. Kısa süre de olsa her şeyden kaçabilirim gibi gelirdi o zaman." dedi. Sesindeki acı dolu tınıyı algılamak zor olmamıştı. Prensin yüzüne baktıktan sonra tekrar karşılarında duran heybetli aslan başlı kapısıyla Hattuşaş'a baktı. Kendisini Zannanza'nın yerine koydu tekrar. Bunu ilk defa yapışı değildi. Onu anlayabildiğini hissediyordu fakat yine de ona bunu söylemekten korkuyordu. Sanki bunu söylerse Zannanza gücenirmiş gibi geliyordu.

      Prens olmak zordu. Bitmek bilmeyen bir mücadelenin içinde doğuyordun. Küçük bir çocuk olman bir şeyi değiştirmiyordu. Her an birisini canını almak için odana gelebilirdi ya da krala ihanetten idam edilebilirdi. Her zaman güçlü olmak ve zayıflıklarını gizlemek zorundasındır çünkü her zaman zayıflığını sana karşı kullanmak için tetikte bekleyenler vardır. Annen haksız yere sürgüne gönderilse bile elinden bir şey gelmez. Kumsal hafızasını geri kazanır kazanmaz bu olayı hatırlamıştı. Zannanza'nın annesi Henti, Şuppiluliuma'nın Babil kralının kızıyla diplomatik bir evlilik yapabilmesi için sürgüne gönderilmişti. En azından tahminler bu yöndeydi. Bu evlilikten önce ortadan kaybolduğu için "kaybolan kraliçe" olarak da biliniyordu. Ne acılar çekmiş olmalı düşündü. Keşke o zaman yanında olabilseydim diye düşündü. Yüreği sıkışmaya başlamıştı. Ani bir hareketle prensin koluna sarıldı. Genç adam da şaşırmıştı fakat bu kısa sürmüştü. O da kıza sarılarak karşılık vermişti. 

"Beni de yanında götür." dedi genç kadın.

"Hayır." dedi genç adam sert bir sesle. İtiraz istemediğini açıkça belirtir gibiydi.

"Nolur. Sana yalvarıyorum. Yanında olmama izin ver." Sesi ağlamaklıydı. Olacakları biliyordu ve Zannanza'ya söylemişti. 

"Suikasta uğrayacağımı söyleyen sen değil miydin? Benimle beraber ölmek mi istiyorsun?" Sesindeki alaycılık sahteydi. Genç adam da bir şeylerin ters gidebileceğini, yüksek ihtimalle, biliyordu. 

"Evet." dedi kız düşünmeden. Bu cevap adamın afallamasına sebep olmuştu.

"Seni asla tehlikeye atmayacağımı şimdiye kadar öğrenmiş olman gerekirdi." Genç adam genç kızın yüzünü ellerinin arasına aldı. Kızın kendisine bakarken ışıldayan gözlerine son kez doya doya bakmak istemişti.

"Hayatımın sensiz bir anlamı yok."

"Bak ben ölmeyeceğim tamam mı? Firavun olacağım ve seni yanıma alacağım. Biraz zaman alacak ama bunu yapabiliriz."  Kızın cevap vermesine izin vermeden beline asılı keseden hızla bir şey çıkardı. Kızın dikkatini dağıtmakta başarılı olmuştu. Bu altın renkli bir yüzüktü, belki de gerçekten altındı. 

"Bu yüzük bizim söz yüzüğümüz olacak. Her zaman birbirimize bağlı olacağız, ne kadar uzak olursak olalım. İçinde isimlerimiz yazıyor bak." dedi genç çocuksu bir edayla. Genç kız yüzünde beliren gülümsemeye engel olamadı ve yüzüğe baktı. İç tarafında çivi yazısıyla isimleri yazıyordu. Genç adam yüzüğü kızın sol yüzük parmağına taktı. Ardından yüzüğün tıpatıp aynısı başka bir yüzük daha çıkardı ve sol yüzük parmağına taktı. 

"Çok güzeller." dedi genç kız gözlerini yüzükten ayıramayarak. 

"Tanrılar huzurunda yemin etmeliyiz." dedi genç adam kıza bakarak.  Kız kafasını salladı.

"Ben Kali, tanrıların huzurunda yemin ederim ki, Zannanza'yı zaman ve mekan fark etmeksizin sonsuza kadar seveceğim." dedi genç kız. İkisi de birbirlerinin gözlerine kilitlenmişti. 

"Ben Zannanza, tanrıların huzurunda yemin ederim ki, Kali'yi sonsuza kadar seveceğim ve ne olursa olsun onu bulacağım." dedi. Son cümlesi Kumsal'ın tüylerinin ürpermesine sebep olmuştu. 

        Çift yeminlerini tutkulu bir öpücükle mühürlediler ve ardından güneş batana büyük meşe ağacının gölgesinde uzanıp sohbet ettiler. Gecenin karanlığında, kapılar kapanmadan şehre geri döndüler. Adam, kadını eve bıraktıktan sonra atıyla gözden kaybolmuştu. Kapının önünde tekrar vedalaşmadılar çünkü ikisi de biliyordu ki biraz daha beraber kalırlarsa ayrılmaları imkansız olacaktı. Kadın bir süre kapının önünde durup dolunayın aydınlattığı dar taş yolu izledi. Daha sonra gözleri yüzüğüne kaydı. Ay ışığının altında çok güzel parlıyordu. 

    İkisi de gece boyunca uyuyamamışlardı. Büyük gün gelmişti. Artık iki ülke tek olabilirdi. Hitit prensi artık Mısır firavunu olacaktı. Başkentteki coşkulu halk sokaklara dökülmüştü. Kumsal da kalabalık arasındaki yerini almıştı. Kısa bir süre sonra atların toynak sesleri duyulmaya başlamıştı ve sesi coşkulu bağırışlar takip etti. Kumsal ise sessizce Zannanza'yı arıyordu. Görevlendirilen genç kadınlar çatılardan çiçek yaprakları atmaya başlamıştı. Kumsal yavaşça önünde süzülen bir çiçek yaprağına bakarken aniden Zannanza ile göz göze geldiler. İkisi de birbirlerini arıyorlardı. Bu bakışmanın son olacağını bilmeden birbirlerine gülümsediler ve ardından Zannanza ve kafilesi gözden kayboldu. Pamba da prensinin hemen yanındaydı. Genç kadın tarihin değişmesi için dualar etmeye başladı. En azından Zannanza suikasttan kurtulabilseydi, yeterli olurdu. 

KaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin