Kumsal günlerdir huzursuzlukla ortalıkta gezinmekten başka bir şey yapamıyordu. Prens onu kişisel hizmetçisi olarak himayesine alalı dört gün olmuştu ve henüz prens herhangi bir atakta bulunmamıştı. Oysa ki Kumsal, onun niyetinin iyi olmadığın biliyordu. Ağacın altında otururken prensle daha önce arasında geçenleri bir düşündü. Prens saldırıya uğradığında o da oradaydı. Dolayısıyla prens onun da bu işin içinde olduğunu düşünmüştü. Bu şekilde düşünmekte haklıydı fakat doğru değildi. Daha sonra prens tarafından kafasına çuval geçirilerek kaçırtılmıştı ve sorguya çekildiği sırada prense aşkını itiraf etmişti. Her şey o kadar saçmaydı ki. Yani neden prense aşkını itiraf etmişti ki? O prensti. Bir kölenin aşkı onun için anlamsızdı. Belki de prense göre anlamsız olan şey aşkın kendisiydi.
Prens de huzursuzdu. Sarayda kendisinin ölmesini isteyen biri ya da birileri vardı. Yani her an tetikte olmak zorundaydı. Kimler olabileceğini tahmin edebiliyordu ki bu zor bir şey değildi. Yine de bu kişilerle aynı masada yemek yeme düşüncesi sinirlerini bozuyordu. Üvey annesi Tavananna Malnigal, halası Muwatti ve kocası komutan Zidanta. Bunlar potansiyel düşmanlarıydı fakat hangisi yapmıştı? Kafasını bu sorularla meşgul ediyor ve diğer işlere yeterince odaklanamıyordu. Bir de şu köle kız vardı. Onu kullanarak bir yerlere varacağına emindi ama nasıl? Üstelik himayesine alalı dört gün olmasına rağmen hiç yanına çağırmamıştı. O an küçük bir aydınlanma ile başlangıç noktasını buldu.
Yeni bir gün başlıyordu. Güneş yavaşça tepelerin ardından ışığını saçarak yükselirken Kumsal diğer hizmetçilerle beraber uyanmıştı. Elini yüzünü suyla yıkadıktan sonra saçlarını düzeltmişti. Odadan çıktığında kendisi yaşlarında başka bir hizmetçi kızın onu beklediğini gördü. Kızın yüzünde hiçbir ifade yoktu. Gerçi buradaki herkes neredeyse öyleydi.
"Bugünden itibaren Prens ile sen ilgileneceksin. Odasına git seni bekliyor." dedi tekdüze bir ses tonu ile.
"Peki." dedi ve o kızın yanında uzaklaştı. Fakat aklına gelen şeyle arkasını dönüp kızın suratını iyice inceledi. Uzun, koyu kahverengi saçlı, kahverengi gözlü minyon bir kızdı. Yüzünde çiller vardı. İnce dudakları ve küçük gözleri, yuvarlak suratında orantısız duruyorlardı. Kızla göz göze geldiklerinde kız hızla kafasını çevirdi ve ters yöne doğru hızla yürümeye başladı. Bir yandan da elleriyle sıkı sıkı uzun keten eteğini tutuyordu. Bu kızın sesini kesinlikle bir yerde duymuştu. Çok tanıdıktı ama nereden?
Prens Zannanza'nın odasının kapısında duruyordu. Gergindi. Günlerdir çağırmamıştı fakat şimdi buradaydı. Başına geleceklerden korkuyordu. O kesinlikle bir casus ya da o tarz bir şey değildi fakat prens ona inanmamakta kararlıydı. Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı tıklattı. Biraz daha geç kalırsa emindi ki prens ona kızacaktı.
"Gel." sesi ile yavaşça kapıyı araladı. Gördüğü şey ile şaşırdı. Prens, saçı dağınık ve uyurken giydiği kıyafetleri ile yatakta oturuyordu. Kapıyı kapatıp esas duruşa geçti.
"Orada daha ne kadar öyle dikilmeyi planlıyorsun? Kıyafetlerim kendi kendilerine bana gelmeyecekler herhalde." dedi adam öfkeyle. Kumsal ise yapması gereken şeyi anlayınca şaşırmıştı. Gerçi bir hizmetçi olarak böyle bir şey yapması elbette ki gayet normaldi ama Kumsal daha önce başkasını giydirmemişti. Hem de bir erkeği. Çok gerilmişti. Odayı hızlıca taradı. Etrafta kıyafet yoktu demek ki onun seçmesi gerekecekti. Ahşap oymalı dolaba yaklaştı. Prense ne giyeceğini sormalı mıydı yoksa kendi mi seçmeliydi? Kafasında soru işaretleri ile birlikte gerginliği de artıyordu.
"Bugün ne giyeceksiniz efendim?" diye sordu sesinin titremesine engel olarak. Dolabın kapağını açtığında gördüğü kıyafetlerle şaşırdı. Evet o bir prensti ama yine de bu kadar çok kıyafeti olmasını beklemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kali
RomanceZevk aldığı tek şey tarih kitapları okumak olan Kumsal, sonunda yıllardır hayalini kurduğu kazılara katılma şansını yakalamıştı. Hem de Anadolu'nun en güçlü devletlerinden olan Hititler'in başkenti Hattuşaşta. Ayrıca yıllardır hoşlandığı Anatolia da...