Bölüm 20

761 35 12
                                    




Arinna'nın cesedinin bulunduğu gün, hava bir türlü kararmak bilmemişti. O gün diğerlerinden daha uzun gibiydi. Zannanza'nın planı kontrolden çıkmıştı ve Arinna'nın ölümüne sebep olmuştu. Zannanza bu durumdan dolayı rahatsızlık duyuyordu fakat o kadar da üzülmediğini gün ilerledikçe fark etmişti. Rahatsızlığının da sebebi buydu. Küçüklüğünden beri insanlarını gözeten, adil ve cesur bir kral olmayı düşlüyordu fakat sarayda işler beklediği gibi yürümüyordu. Bunu ilk defa üvey annesi Malnigal tarafından çok küçük bir yaşta savaşa gönderildiğinde anlamıştı.

"Efendim, yüce kralımız sizi bekliyor." diye bir ses duydu ve daldığı düşüncelerden kurtuldu. Bu anın geleceğini biliyordu zaten. Arkasını dönüp askeri takip etti. Uzun koridoru geçtikten sonra büyük, görkemli ahşap kapının önünde durdular. Kapıda dikilen muhafız kapının kulplarını tutarak kapıyı yavaşça sonuna kadar açtı. Kapı açıldığında Zannanza, tahtta oturan babasıyla göz göze geldi. Yüzüne bakarak ne düşündüğünü tahmin etmek imkansızdı. Tahtla arasında beş adımlık bir mesafe bırakarak durdu ve kafasını yere eğdi. Duyduğu adım sesleriyle gerilmeye başlamıştı. Babası yerinden kalkmış kendisine doğru geliyordu.

"Başını kaldır!" diye bağırdı yaşlı adam. Zannanza gözlerini sabit bir noktaya dikerek denileni yaptı fakat kafasını kaldırmasıyla yanağında bir yanma hissetti. Babası o kadar sert bir tokat atmıştı ki çenesinin yerinden çıktığına yemin edebilirdi.

"Sen ne yaptığının farkında mısın?!" diye kükredi. Zannanza gözlerini sabitlediği noktadan ayırmadan dinlemeye devam ediyordu.

"Böyle olmaması gerekiyordu." dedi kısık bir sesle.

"Ama oldu! Ne yapacaksın şimdi?" diye devam etti daha kısık bir sesle.

"Bilmiyorum." dedi genç adam. Bir şeylerin ters gitme olasılığını hiç düşünmemişti. Bu yüzden ne yapacağını gerçekten bilmiyordu.

"Ama ben biliyorum! Yarın sabah sınıra gidiyorsun. Kaşkaları bastıracaksın."

"Tamamdır efendim." diyebildi sadece.

"Çık dışarı ve uzun süre ortalarda gözükme!" dedi adam yine yüksek sesle ve arkasını döndü. Zannanza da konuşmanın bittiğini anlamıştı ve hızla taht odasından ayrıldı. Şu an savaşta olmak sarayda olmaktan daha iyi geliyordu. Kali aklına geldi. Onu görmemek zor olacaktı fakat son olanlardan sonra ayrı kalmaları ikisi için de iyi olabilirdi. Aralarında geçen son konuşmada söylediklerinden dolayı pişmandı. Aslında söylediği hiçbir şeyi söylemek istememişti. O an kafası o kadar karışıktı ki... Kali de üstüne gelince ağzından o kelimeler çıkmıştı. Kali'nin dehşete düşmüş ifadesi gözünün önünden gitmiyordu. Derin bir iç çekerek odasına hazırlanmaya gitti.

Aynı gün Kali için de oldukça zor geçmişti. Prensten duydukları canını acıtmıştı. Prensin odasından çıktıktan sonra bütün gününü odasında ağlayarak geçirmişti. Duydukları çok ağır gelmişti ve aynı sahne kafasında tekrar tekrar canlanıyordu. Onu görmek istemiyordu fakat Zannanza'nın da dediği gibi o bir köleydi. Böyle bir durumda tercih yapmak gibi bir lüksü yoktu. Şu an evini o kadar özlemişti ki... Ailesini, kitaplarını... Artık hepsi birer silik anı haline gelmişti. Burada yalnızdı ve güvenebileceği kimse de yoktu. O da günün geri kalanını prens gibi odasında tek başına geçirmişti.

Ertesi gün horozların sesiyle sabaha karşı uyandı. Yatağında düşüncelere dalmışken uyuyakalmıştı. Gözleri ağlamaktan dolayı hala yanıyordu ve omzu tutulmuştu. Zorla yerinden doğruldu. Derin bir iç çektikten sonra aklına bugün prensi görmesi gerektiği gelmişti. Hızla toparlandı. Kıyafetlerini değiştirdi ve saçını topladıktan sonra yüzünü soğuk suyla yıkadı. Pekala, prensin yüzüne bakmadan yapması gerekenleri yapıp oradan uzaklaşabilirdi. Aynen bir kölenin yapması gerektiği gibi. Odasından yavaşça çıktı. Prensin nasıl davranacağını kestirmeye çalışıyordu. Daha önce prensin odasına giden yolda kendini nasıl hissettiğini anımsadı. Heyecanlıydı. Şimdi heyecanla gittiği o yere ölüme gidermiş gibi gidiyordu. Koridorlar uzadıkça uzuyor Kali ise gittikçe yavaşlıyordu. Kapının önüne varınca derin bir nefes aldı. Cesaretini topladıktan sonra kapıyı üç kez hafifçe tıklattı fakat içeriden herhangi bir ses gelmiyordu. Birkaç kere daha fakat daha sert bir şekilde tıklattı ama sonuç aynıydı. Kapıyı yavaşça araladı ve karşılaştığı tek şey bomboş bir oda oldu. Odada kimse yoktu. İlk anın şaşkınlığını atlatınca kılıçların olması gerektiği yere baktı fakat hiçbiri yoktu. Hızla odaya daldı ve kıyafet dolabını açtı. Karşılaştığı manzara aynıydı, boş bir dolap. Kapakları hafifçe kapattıktan sonra olduğu yerde kalakaldı. Nereye gitmişti? Üstelik ona hiçbir şey söylememişti. Zaten yanan gözleri kolayca yaşarmaya başlamıştı ve ardından gelen gözyaşlarına engel olamamıştı. Yavaş yatağa yöneldi ve yığılırcasına oturdu.

"Senden nefret ediyorum... Seni sevdiğim için kendimden de..." dedi ve bir süre sessizce ağladı.


Sabah güneşinin altında yol alan bir grup asker sonunda dinlenmek için bir ağacın gölgesine sığınmıştı. Bu askerlerin arasında prens Zannanza ve Pamba da vardı. Sınır bölgesine giden destek taburuna katılmışlardı. Kaşkalar her zaman olduğu gibi sorun çıkarmaya devam ediyorlardı. Sürekli sınır köylerine saldırıp kanlı katliamlar gerçekleştiriyorlardı. Zannanza, Kaşkaların ne kadar acımasız olduğuna defalarca şahit olmuştu. Aklına gelen görüntülerle sinirleri gerilmişti. Yaşlı, kadın veya çocuk onlar için fark etmezdi. Birden aklına Kali geldi. Ya o da o köylerden birinde yaşıyor olsaydı... Kanının çekildiğini hissetti. Daha önce korumak istediklerini koruyamamış olabilirdi fakat artık değişmişti. Kali'yi korumak için tanrıların iradesine bile karşı çıkabilirdi. Yine de bu kadar sevdiği kadını kırmaktan geri kalmamıştı. Söyledikleri aklına geldikçe kafasını bir yerlere vurmak istiyordu. Derin bir nefes alıp kafasını ağacın gövdesine dayadı ve gökyüzüne daldı. Kesinlikle Kali için dönecek ve kendini affettirecekti. Arada geçecek olan zaman ikisine de iyi gelecekti, Zannanza bundan emindi.

KaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin