Final

514 26 8
                                    


             Aradan günler geçmişti ve hala Hattuşaş'a ulaşan bir haber yoktu. Zannanza ve kafilesi ne durumdaydı? Aslında tek merak ettiği kişi sevdiği adamdı. Biliyordu. Tarihin yeniden yazılamayacağını ve Zannanza'nın kaderini yaşamaktan kaçamayacağını gayet iyi biliyordu. Zannanza gittiğinden beri evden çıkmamıştı Kumsal. Gün içinde yaptığı şeyler Zannanza'nın kendisine hediye ettiği mendile ve parmağında altın yüzüğe bakarak ağlamak veya dua etmekten ibaretti. İntihar etmeyi bile düşünmüştü çünkü Zannanza'nın olmadığı bir dünyada yaşamasının bir anlamı yoktu. Her şey anlamını yitirmişti aslında. Kendi zamanına dönmek istiyor muydu bundan bile emin değildi.

          Zannanza'nın başkentten ayrılmasının üzerinden bir hafta geçmişti ve Kumsal'ın beklediği haber saraya ulaşmıştı. Zannanza ve kafilesi Mısır'a yaklaştıkları sırada çölde suikasta uğramışlardı. Mısır kraliçesi Ankhesenamen'in rakiplerinin olduğu aşikardı ve bu savaş demekti. Saray meclisi karışmıştı, herkes sonraki hamlenin ne olacağını konuşurken yaşlı kral derin düşüncelere dalmış gibi görünüyordu. Sevgili oğullarından birini kaybetmişti. Üzgündü ve oğlunun intikamını alacağına yemin etmişti.

"Ey meclisteki dostlarım! Beni dinleyin!" dedi yaşlı adam ve ayağa kalktı. Bütün sesler anında kesilmişti.

"Ben oğlumu kaybettim, siz de prensinizi. Bu alenen krallığımızı aşağılamaktır ve bunun hesabı sorulacaktır. Derhal savaş hazırlıklarına başlansın!" dedi. Kısa ve öz bir konuşmaydı fakat olaylara yön vermek için yeterliydi. Meclistekilerin hepsi birbirine baktı fakat kimsenin karşı çıkmaya cesareti yoktu çünkü prensin katledilmesi gerçek bir diplomatik felaketti. 

          Prens ile ilgili haber hızlı bir şekilde yayılmıştı ve halk çoktan huzursuz hissetmeye başlamıştı. Çünkü ne olacağını gayet iyi biliyorlardı. Hitit halkı savaşlara, kıtlığa ve hastalıklara alışıktı ve pek çok kez deneyimlemişlerdi fakat tanrıların merhametini dilenmekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Kumsal da haberi meyve almak için pazara giden yardımcısından öğrenmişti. Haberi alır almaz kalbine saplanan ağrı ile yere çökmüştü. Olacakları önceden biliyor olsa bile bu acısını hafifletmek için yeterli olmamıştı. Hıçkırıklar ve göz yaşları ile olduğu yerde saatlerce oturdu. Yardımcı kız ise ne yapacağını bilemeden efendisini odada yalnız bırakarak günlük işlerine devam etti. Hava karardığında soğuk taştan kalkarak pek çok kez Zannanza ile paylaştığı yatağına uzandı. Elini yukarı kaldırdı ve dolunay ışığı ile parlayan altın yüzüğünü inceledi. Yüzüğünü sanki sevgilisinin dudaklarını öpüyormuş gibi hafifçe öptü.

" Tekrar buluşacağımızı biliyorum. Çünkü zorundayız. " dedi kendi kendine. Zannanza onun diğer yarısıydı. Bunu biliyordu ve hissediyordu. Keşke şu an yanında olsaydı. Ona dokunabilseydi... Kokusunu içine çekebilseydi... Nazik dokunuşlarını hissedebilseydi...

         Yalnızca birkaç gün sonra dönemin en büyük iki ordusu karşı karşıya gelmişti. Savaşın tek sebebi prensin ölümü değildi. Bunun yanı sıra politik olarak genişlemek isteyen ve ticaret yollarına göz koyan Mısır'ı durdurmak diğer sebeplerden biriydi. İki ülkede de o dönemde oldukça ileri teknoloji sayılabilecek savaş arabalarına sahipti. İki ülke de savaşmaya hazırdı ve beklenildiği gibi oldukça kanlı bir savaş olmuştu. Kral Şuppiluliuma birçok Mısırlı köleyi ele geçirmişti ve onları başkente götürmüştü. Fakat bu kölelere Hitit ülkesine felaket getirmekten başka bir işe yaramamışlardı. Mısırlı köleler ile birlikte veba hastalığı da Hitit krallığına girmişti. Hastalık kısa sürede bütün ülkeye yayıldı. Bu hastalıktan Şuppiluliuma payını almıştı ve veba sebebiyle vefat etmişti. Babasının ardından Prens Arnuvanda tahta geçmişti fakat hükümdarlığı kısa sürmüştü çünkü o da veba sebebiyle hayatını kaybetmişti. Arnuvanda'dan sonra kardeşi Murşili tahta geçmişti. 

         Başkent de nüfusu dolayısıyla hastalıktan ağır bir şekilde etkilenmişti. Hastalık hızla yayılıyordu. Kumsal ve yardımcısı da bu hastalığa yakalanmışlardı. Kumsal korkmuyordu hatta tam tersine mutluydu. Belki ölünce acısı dinerdi ve sevgilisiyle buluşabilirdi. Son günlerine yakın yanındaki kızı da göndermişti. Artık yaptığı tek şey ölümü beklemekti. Ne yemek yiyordu ne düzgün su içiyordu. Ara ara Zannanza ile daha önce gittiği tepeye çıkıyor ve ölmekte olan şehri izliyordu. Zamanının azaldığını biliyordu. 

      Hastalığa yakalanalı bir hafta olmuştu ve yine bir bahar mevsimindelerdi. Son kalan gücü ile güneşin batmasına yakın o tepeye çıkmış ve ağacın altına oturmuştu. Yorgun ve halsizdi. Duygusal anlamda tükenmişti. Çok yakında öleceğinden emindi. Yavaşça batan bahar güneşini izledi. Gözlerini kapattı ve yüzüne vuran güneş ışığının keyfini çıkardı. Zannanza ile olan anılarını canlandırmaya başladı. Ara ara öfkeye de kapılıyordu. Onu dinlememişti ve kendi ayağı ile ölümüne gitmişti. Eğer gitmeseydi ne olacağını da düşünmüştü. Başka bir prens gönderilse bile aynı şey yaşanacaktı. Prens yine suikasta uğrayacaktı ve savaş yine gerçekleşecekti. Veba yine yayılacaktı. Belki de başkentten kaçarlar ve küçük bir köye yerleşirlerdi. Çiftçilik ile geçinir giderlerdi. Derin bir iç çekti ve düşüncesinin komikliği ile gülümsedi. Zannanza asla kaçmazdı. Yüzündeki gülümseme yavaşça küçüldü ve göz kapakları ağırlaşmaya başladı. Gözlerini açma enerjisi yoktu. Son nefesini verdiğini biliyordu ve bunu neşeyle karşılıyordu. Sonrası ise yalnızca karanlıktı. 

     Yavaşça gözlerini açmaya çalıştı. Sıcaklamıştı ve halsizdi. Midesinin bulandığını hissediyordu. Gözlerini açtığında ilk gördüğü şey beyaz bir tavan oldu. Kafasını yan tarafa çevirince koluna bağlı serumu da görünce hastanede olduğunu anladı. Odada yalnızdı. Doğrulmak için uğraşmamıştı. Daha çok neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Diğer hayatında öldüğüne emindi. Acaba cesedine ne olmuştu? Bir saat kadar daha gözlerini kapatıp uzanmaya devam etti. Kapının açılmasıyla gözlerini açtı ve gelen kişiye baktı. Gelen kişi Anatolia idi ve oldukça şaşkın görünüyordu.

"Sonunda uyanmışsın! Çok korktuk." dedi ve kıza sarıldı. Kız ise dik bir şekilde durmakta zorlanmasına rağmen çocuğa sarılmıştı.

"Bana ne oldu?" dedi kız oldukça kısık bir sesle. Çocuk hızlıca geri çekilerek kızın suratına baktı.

"Sıcak çarpması geçirdin. Stres ve sıvı eksikliğinin de etkili olduğunu söyledi doktorlar. En son su almaya gitmiştin. Alana dönerken birden bayıldın. Biz de seni en yakın hastaneye getirdik." dedi çocuk.

"Ne zamandır buradayım?"

"Hastaneye geldiğimizde saat öğleden sonra ikiydi. Şu an ise altıya geliyor." 

"Dört saattir mi buradayım yani?" dedi genç kız şaşkınlıkla. Yıllarca Hattuşaş'ta yaşadığına yemin edebilirdi. Burada ise yalnızca dört saat mi geçmişti? Zannanza'ya ne olmuştu peki? O da şu an zamanda mıydı? Yoksa yaşadığı şeyler bir hayalden mi ibaretti? İçini kaplayan ürperti ve sonrasında korku hissi mide bulantısını daha da kötü yapmıştı. 

"Evet. Hala biraz yorgun görünüyorsun. Yatsan iyi olur." dedi genç adam ve kızı omuzlarından hafifçe itti. 

"Bir şeye ihtiyacın olursa bana mesaj at ya da ara. Bu civarlardayım." dedikten sonra gülümseyerek odadan çıktı. Anatolia çıkar çıkmaz genç kız göz yaşlarına boğuldu. Yaşadıkları hayal olamazdı. Zannanza'yı bulmalıydı. Fakat yaşadıklarının hepsi bir hayalden ibaretse o zaman ne yapacaktı? Hayatına nasıl devam edecekti? Bilmiyordu fakat gerçek olmasını umarak onu arayacaktı...

KaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin