Dear my friend

1.9K 194 169
                                    

Kwon Jiyong ile ilgili olan kısımları hatırlayabilmeniz için sırasıyla 'The Most Beautiful Moment in Life' , 'Blue & Grey' ve '2! 3!' isimli bölümlere şöyle bir göz atıp gelebilirsiniz.

Bölüm sonunu okumadan geçmeyiniz lütfen, bir konuya açıklık getirdim. Orada buluşalım.

Keyifli okumalar ♡

"Altı gündür ikisiyle de konuşmadığına inanamıyorum."

Jungkook bıkkın bir nefes verip tuvalete gideceğini söyleyerek kulisten çıkalı yalnızca beş saniye olmuştu. Seul Sanat Evi'nde son provamızı yapmak için toplanıyorduk. Yarın büyük gündü. Sanırım diğerlerinden biraz daha erken gelmiştik. Ekipler için ayrılan geniş kuliste bizden başka kimse yoktu. Amaçsızca dolandığım instagramdan çıkıp telefonu çantamın üzerine atmıştım.

"Ben de Hoseok, ben de..."

Tüm enerjim çekilmişti. Mutsuzdum ve tam göğsümün ortasında kocaman bir boşluk var gibiydi. Yoongi'yi çok, hem de çok özlüyordum. Onsuz geçirdiğim ilk geceyi yatağımda ağlayarak bitirmiştim. Altı gündür yalnızca okula gidip geliyor ve durmadan pratik yapıyordum. Düşünmemi engelleyen tek şey dans etmekti. Ancak kendimi fazla zorlamış olmalıyım ki, bedenimdeki ağrılar kendilerini göstermeye başlamıştı.

Evinden ayrıldığımızdan beri Yoongi'yi bir kez olsun görmemiştim. Birkaç kez aramıştı ama aramalarını yanıtsız bırakmıştım. Zaten bir süre sonra buna da son vermişti. Ona kırgındım. Ancak bu, onu deli gibi özlediğim gerçeğini de değiştirmiyordu.

Jungkook'a olan tavrım da farklı sayılmazdı. Aynı evin içinde yaşıyor olsak da onu görmezden geliyordum. O gün Yoongi'nin evinde bana yaptığının karşılığıydı. Bilmediği şeyler olmasına rağmen Yoongi'ye ağzına geleni söylemiş ve beni görmezden gelmişti. Yine de onunla eskisi gibi olmayı özlemiştim. Biz kardeş gibiydik. Hoseok ya da Jungkook, biri bile olmasa biz diye bir şey de olmazdı.

Yoongi de Jungkook da benim duygularımı ve düşüncelerimi umursamamıştı. İkisine karşı da son derece kırgın ve kızgın hissediyordum. Bu nedenle ikisiyle de konuşmama kararı almıştım. Bu karar benim için çok zorlayıcıydı. Yoongi'yi düşünmediğim bir saniye bile yoktu. O gün oldukça kötü görünüyordu. Nasıl olduğunu merak etmiş ve kafayı yemek üzereyken, kendime engel olamayarak Namjoon hyung'a mesaj atmıştım. Stüdyoya kapandığını ve eve nadiren uğradığını söylemişti. Yine de kararımdan vazgeçmeyecektim. Yoongi, her koşulda onun yanında olacağımı hâlâ anlayamamıştı. Bunu kabul etmeliydi. Bana karşı şeffaf olmalı, kendisini ifade etmeli ve onu yargısız bir şekilde dinleyeceğimi anlamalıydı.

Bugünkü provamızı onunla birlikte yapacaktık. Günler sonra onu görebilecek olmam, içimdeki heyecanı tekrar filizlendirmişti.

Hoseok çantasındaki kıyafetleri çıkarırken "Seni bırakacak gibi görünmüyordu, bir gece sonra kapımıza gelir sanıyordum." dedi. Ardından bana bakıp ekledi.

"Senin de bizimle gelmeyi kabul edeceğini düşünmemiştim Jiminie. En azından bu kadar kolay olacağını tahmin etmiyordum."

Söyledikleriyle öylece kalırken, sertçe yutkundum.

"Bırakmadı...Hatasının farkında, vereceğimiz tepkilerden çekinmiş olmalı. Muhtemelen gerçeği söylememesinin sebebi de buydu."

Namjoon hyung'un her gün düzenli olarak mesaj atıp nasıl olduğumu sormasının arkasında onun olduğunu biliyordum. Bu içime biraz da olsa su serpilmesini sağlıyordu. Namjoon hyung sayesinde birbirimizden haber alabiliyorduk. Böylece ihtiyacımız olan zamanı da birbirimize tanımış oluyorduk. Bu, açık bir kapı bırakmak demekti. Ben o kapının kapanmayacağını biliyordum çünkü ikimiz de buna asla izin vermezdik.

The Pianist | YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin