We are Bulletproof : the Eternal

1.4K 157 161
                                    

"Min Yoongi, hangi odaya alındı?"

Namjoon hyung danışmaya giderken, ben hızlı adımlarla asansörün önüne ilerlemiştim. Önündeki kalabalığı es geçip, zaten basılmış olan düğmeye birkaç kere daha bastım ve kafamı kaldırıp o küçük ekrandaki sayıları sabırsızca takip etmeye başladım.

Haberi alır almaz hemen hastaneye geri dönmüştük. Hızlı soluklarımın arasında sakin kalmaya çalışıyordum. Kalbim boğazımda atıyordu. Heyecandan midemin bulandığını bile hissedebiliyordum. Onu bir an önce görmek istiyordum. Kısa kirpiklerinin özenle çevrelediği göz kapaklarını araladığını ve koyu irislerinin yine aynı sıcak duygularla yüzümde gezindiğini görmek istiyordum. Gücüm tükenmek üzereydi ve buna deli gibi ihtiyacım vardı, biliyordum.

"Dördüncü kat, vip bölümü, 893 numaralı oda."

Danışmadaki kadının sesi kulaklarıma dolduğu anda asansörün üzerindeki küçük ekrana son kez baktım ve koşar adımlarla sağımda kalan merdivenlere yöneldim.

"Jimin bekle!"

Taehyung'un arkamdan seslenişlerini duymazdan gelmiştim. Önüme çıkan insanlardan özürler dileyerek merdivenleri tırmanmaya devam ettim. Nefes nefese dördüncü kata ulaştığımda bacaklarım titriyordu.

Özlem duygusu, göğsüme inanılmaz bir baskı yapıyordu. Öyle ki hissettirdiği acı, gözlerimin dolmasına neden olmuştu.

Adımlarımı hızlandırarak vip bölümüne ilerledim. Tüm kapıların üzerindeki sayılara tek tek baktım ve 893 numaralı odanın önüne gelir gelmez, hiç düşünmeden sertçe kapıyı araladım. Nefes nefese kalmıştım. Elim kapı kulpundan kayarak usulca düşerken, odanın girişinde öylece kalakaldım. Odaya aniden girmemle herkes susmuş ve tüm bakışlar bana dönmüştü. Benim gözlerim ise yalnızca tek bir kişinin üzerindeydi.

Yatakta uzanan beden, göz kapaklarını ağırca kırpıştırıyor ve yorgun, koyu irislerini yüzümde gezdiriyordu. Onun solgun yüzünü gördüğüm anda dudaklarımı aralamış ve içime derin bir nefes çekmiştim. Göz yaşlarımın yanaklarımdan süzüldüklerini ise çok sonradan fark etmiştim.

"Biz en iyisi dışarı çıkalım. Tekrar geçmiş olsun Bay Min."

Jin hyung'un sesini zorlukla duyabildim. Odanın içine doğru birkaç adım attım. Jin hyung omzumu sıvazlayarak yanımdan geçtiğinde, ona bakıp yanımda olduğu için teşekkür etmek istedim. Ama yapamadım. Yemin ederim, gözlerimi bir saniye olsun onun üzerinden ayıramıyordum.

Jin hyung'un ardından Jungkook ve Hoseok da çıktığında, odayı derin bir sessizlik kaplamıştı. Parmaklarımla üzerimdeki kazağın uçlarını sıkıca kavrayıp çekiştirdim. Olduğum yerde durmaya devam ederken, babasından onay bekleyen küçük bir çocuk gibiydim.

Gecikmedi.

Çünkü duyardı. Gözlerimdeki çığlıkları her zaman duyardı. Taptığım kemikli elini usulca kaldırarak bana doğru uzattı.

"Buraya gel güzelim."

Özlem duyduğum boğuk sesi, çatlaklarla doluydu. Bacaklarım, onun sesinden dökülen bu cümleyi duymak için an kolluyorlardı. Hızla ileri doğru atıldım ve yatağın kenarına gelir gelmez, incitmemeye özen göstererek uzattığı elini kavradım. Hiçbiri yeterli gelmiyordu. Hâlâ ona istediğim yakınlıkta değildim. Ağrılarının olabileceğinin bilincindeydim. Zarar veririm endişesiyle dilediğim gibi dokunamıyor ve onu hissedemiyordum. Ancak o, tüm bunlar umurunda değilmiş gibi tuttuğu elimi sıkarak beni kendine doğru çekmişti.

"Yaklaş, nefesini solumama izin ver..." dedi. "Buna... Sana ihtiyacım var." Koyu irisleri özlemle dolarken, benim de ondan bir farkım yoktu. Cümlesi biter bitmez istemsizce, hızla kafamı aşağı yukarı sallayıp onu onaylamıştım. Ardından yatağına biraz daha yaklaşarak üzerine doğru eğildim. Bu sırada parmaklarımı, sıkıca tuttuğum elinin parmaklarına kenetlemiştim. Yüzümü yüzüne yaklaştırıp, gözlerimi usulca kirpiklerinde, burnunda ve dudaklarında gezdirdim. Beyaz teni solgun ve koyu irisleri hiç olmadığı kadar yorgundu. Ancak güzelliğinden bir parça bile eksiltememişti bu.

The Pianist | YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin