Don't Leave Me

3.7K 421 210
                                    

"Sonra da telefonu yüzüne kapattım..."

Kafamı kollarımın arasına gömüp oturduğum yerde tepindim.
"Aish cidden, kendimi neden sürekli rezil ediyorum ki!"

Hoseok gülerek elindeki şeker kabuklarından birini kafama fırlattı.
"Aigoo Jiminie! Onu sevdiğini söyledikten sonra neden telefonu adamın suratına kapattın?"

Dudaklarımı büzerek, çattığım kaşlarımla kafamı kaldırdım. Saçıma takılan kabuğu çıkarıp parmaklarımın arasında çevirmeye başladım. Dersimiz bittikten sonra konservatuar binasının karşısındaki kafeye gelmiştik. Diğer dersimizin başlamasına henüz yarım saat vardı.

"Çünkü utandım, tamam mı?!"
Gözlerimi irice açarak kızarmaya başlayan yanaklarımla devam ettim.
"Telefonda olmamız hiçbir şeyi değiştirmiyor! Birine onu sevdiğini söyledikten sonra ne yapılır hiçbir fikrim yok."

Hoseok dirseklerini masaya yaslayıp öne doğru eğilmişti.
"Bunu Jungkook'a sormak lazım. Ne de olsa kendisi ilişki uzmanı sayılır."

Jungkook, ismini duyunca kaşlarını kaldırarak dudaklarındaki karton bardağı masaya bıraktı. Sandalyede geriye doğru yaslandıktan sonra "Sen de amma abarttın ha, sanki otuz tane ilişkim olmuş gibi konuşuyorsun. Şimdiye kadar sadece iki kişiyle çıktım." dedi.

Hoseok yüzündeki sırıtışı bozmadan önündeki kabuklardan birini de onun yüzüne fırlattı.
"Aldığın teklif sayısını biliyor musun sen?"
Ardından yüzünü buruşturarak devam etti.
"Ben sürekli aynı cümlelere maruz kaldığım için artık ezberledim sayılır. Üzülerek söylüyorum ki, otuzun da üstünde."

Jungkook yüzüne çarparak göğsüne düşen kabuğu sweatinin üstünden alıp gözlerini devirdi. Sonra bana bakıp "Her neyse, sonuç olarak kimseye o cümleyi kurmadım. Yani istesem de-ki istemiyorum çünkü sana hâlâ sinirliyim-tavsiye veremem." dedi.

Son söylediklerini duymazlıktan gelip gözlerimi şaşkınlıkla irileştirdim.
"Ciddi misin sen?! Sevgililerine hiç seni seviyorum demedin mi?"

Hoseok da benim gibi gözlerini irileştirmiş hayretle Jungkook'a bakıyordu. Önündeki şeker kabuklarının hepsini elinin tersiyle itip Jungkook'un kucağına dökülmelerine neden oldu.
"Siktir lan ordan, kimi yiyorsun sen?"

"Asıl ben sikeceğim şimdi ha!"
Jungkook üstüne dökülen kabukları avuçlayıp Hoseok'un suratına fırlattı.

Şey, Hoseok çayını çok şekerli severdi de.

Jungkook, elini saçlarından geçirip gözlerini kafede gezdirdi.
"Ne var yani söylemedim işte."

Hoseok önündeki tüm şeker kabuklarını birleştirip top haline getirdikten sonra yan taraftaki çöp kutusuna fırlattı. Kabuklar çöpün kenarına çarpıp yere düşmüştü. Gözlerini devirip tekrar Jungkook'a döndü.
"Ne yani? Sevmeyerek mi onlarla çıktın?"

Jungkook burnundan sert bir nefes verdi ve kafasını iki yana salladı.
"Hayır, yalnızca hoşlanıyordum. Buna sevmek diyemeyiz."

Hoseok'la kafamız karışmış bir şekilde birbirimize baktıktan sonra tekrar ona döndüm.
"Seni anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum Kookie."

Jungkook yüzünü buruşturarak bana doğru eğildi ve işaret parmağıyla alnıma hızlı bir fiske attı.
"Sana hâlâ sinirliyim, çok konuşma. Nasıl bana haber vermeden tanımadığın bir adamın evinde kalırsın?"

Acıyla alnımı tutup kendimi hemen ondan uzaklaştırdım.
"Yaah! Hoseok'a söylemiştim zaten, o da sana söylemiş işte. Ayrıca tanımadığım birisi değil. O, Min Yoongi."

The Pianist | YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin